AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Yayın Yönetmeninden

 

ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ - Eylül 2017
 

KUŞAKTAN KUŞAĞA, İKİ BİNE

                     Ertuğrul Özüaydın

 

Ay ay, yıl yıl zaman gelip geçiyor. Dönüp baktığımızda dün neredeydik bugün neredeyiz? Bireylerin, toplumların yaşayış biçimleri, anlayışları değişiyor. Acıları, sevinçleri, mutluluk ve mutsuzlukları aynı kalmayabiliyor. Aklın ve bilimin gelişimine koşut teknoloji değişiyor. Örneğin bilişim ve iletişim konusunda çok değil otuz-kırk yıl öncesiyle şimdiye baktığımızda şaşırıp kalıyoruz. Önce radyo-televizyon, sonra bilgisayar ve telefon nasıl değişime uğramış? İnsanlık tarihinin bu anlamda başlangıcından günümüze dek her yönüyle gelişimi ortadadır. İnsanoğlu daha iyi koşullar sağlamak amacını ve çabasını her dönemde göstermiştir, gösteriyor. Her dönemi kendi gerekliliği ve gerçekliği doğrultusunda kabul etmeliyiz. Süreç sürekliliği içinde öyle ya da böyle bize kendini kabul ettirecektir. Sözü edilen değişimlerin ileriye dönük olduğu da ayrı bir gerçektir.

Tam buradan şiire bakacak olursak başlangıcından ikibinli yıllara değin şiirin de kendi serüveni gelişerek süregelmiştir. Her dönem yarattığı toplumsal, sosyal, ekonomik özellikleriyle kendini yansıtmıştır. Aynı zamanda her dönem, kendinden önceki dönemle bağlarını koparmadan kendinden sonra gelecek dönem arasında kuracağı bağlara aracılık etmek gibi doğal zorunluluk göstermiştir. Dönemsel yükümlülüğü bir tür görevdir. Düzenleyici, geliştirici bir yanı vardır. Bu nedenledir ki geleceğe ilişkin yol gösterici tutumunu ister istemez sergiler. İnsan insanı nasıl etkilemişse kuşaklar da kuşakları öyle etkilemiştir. Yazılan şiirin de eskiye yaslanan yanının bulunması elbette kaçınılmazdır. Şairin kendinden hikmeti şiire yetmez.

Kendinden önceki dönem yazılan şiirle ikibinli yıllarda yazılan şiirler arasında temel ayrımlar yoksa pek de yeni bir şiirden ve yeni bir dönemden söz edemeyiz. Şiirin yenilikçi özellikleri ayırt edici nitelikteyse açıklanmalıdır. Şiirin yaşam serüveninde her on ya da yirmi yılda bir değişim gerçekleşir, diye bir şey yok. Kimse de böyle bir değişim beklemez. Yetmiş, seksen kuşağı ya da iki binli yıllar şiiri adlandırması yeniden yapılandırma anlamında bir katkı sağlamaz, görüşündeyim. İkibinli yıllarda yazanlar doğal ilerlemenin gerekliliğini yerine getirmiştir, diyebiliriz.

Geldiğimiz noktada temel özellikleriyle benzeşen bir şiirin yazıldığını da söyleyebiliriz. Biçim ya da öze dayanan önemli ayrımlar dikkatimizi çekmiyor. Hangi gereklilikle yeni bir adlandırma yapacağız. Çeşitli biçimlerde geçmişle kurulan bağların ve bağlantıların çok sıkı gerçekleştiği ortadadır. Şimdisinin geçmişin yarattığı çitleri aşması, kurduğu kalıpları kırması gerekir. Değişimi anlatan inancı okuru sarsmalıdır. Kullanıla kullanıla kalıplaşmış her şeyi değiştirme çabaları varsa bunu da kimse göz ardı edemez. Peki bu türden değişim yönünde bir devinimin başlamasından ne kadar söz edebiliriz. Doğrusu, ben bilmiyorum.

Yeni şiiri yazmak gerçekten zordur. Genç olmakla genç şiir yazılamıyor. Genel kuralların dışına çıkmak, eski söz yapılarının yerine yenilerini bulmak, yeni biçemleri yaratmak kolay mı? Yeniye önderlik etmek yenilikçi düşünmektir. Tekrardan ve öykünmekten kaçınmalı, gelişime açılan devinimi sağlamalı. Elbette bunları gerçekleştirirken yaşamdan, gelenekten, geçmiş örneklerden, tarihten yararlanılır.

Bugünkü şiirimiz geçmişin uzantısıdır, görüşünde olanlar çoğunlukta. Yerleşmiş bu algı yanlıştır, diyemem. Öncesine eklene eklene sürdüğü çizgiyi uzatıyor gibidir. Belki böylesi ona güç katıyor. Başlangıç noktasından daha ileriye taşıyor. Hepsi bu kadar değil elbet. Yenilik çalışmaları var; ama öte yandan geneneksel İkinci Yeni tutumu sürüp gidiyor. Özde gelenek ve gelenekçilik yakasını bırakmıyor.

Bir yeniden yapılanmadan söz edeceksek yeni şiirin kendini anlatan temel ilkeleri olmalıdır. Söz yerindeyse kendi gerekliliğini ortaya koymuş ve aynı temelden beslenip süregiden ayrı bir şiir okuruz. Yapılan çalışmalar ardıllarını etkiler ve geniş yazım olanakları sağlar. Peki “ikibinli dönem kendi özellikleriyle zamana damgasını vuran bir şiir yaratabilmiştir”, diyebilir miyiz? Bana göre şiirimizi başka bir düzleme koymadığı açıktır. Topluca yeni bir fotoğraftan söz edemeyiz. Bununla beraber her dönem bir önceki döneme göre ileridir ve yazılan şiir daha yenidir.

Şimdilerde imge salatası şiirlerle, imge yoğunluğunu şiir sananlar şiirle okurun bağlarını koparmada başarılı oldular. Şair, okurundan kendisini anlamasını isterken kendisi okuruna uzak kaldı. İçe dönük şairle okur arasında iletişim koptu. İkibinli yılların şiirine bunu da bir başka not olarak  düşelim. Açıkcası bende imgeye boğulmamış daha yalın daha okunur şiirin havasını seviyorum.

İkibinli yılların şiirini tamamen eskiden kalmış gibi göstermenin yanlışlığına düşmek de istemem; ama çok büyük değişiklik göstermediği ayrıca bilinen bir gerçek. Elbette geçmişin bilgisiyle, birikimiyle beslenebilir. Şiir üstüne yapışmış kalıntılarından kurtulmalı. Oysa merkezden kaçmak değil ona daha çok yakın durmak eğilimi kendisini belli ediyor. Eskiyi eski kılan bilgi, tutum, gelenek ne yapsanız da farklı gibi durmuyor. İkibinli yıllarda yazılan bir şiir var; ama buna ikibinli şiir deyip geçemeyiz. Bugün yalnızca kendine göre denemelerle, bireysel duyarlılığını gösteren şairlerin iyi şiirleri var. Arayış çabaları farklı duruşlarına yansımış. Geride kalmış değiller, geri çekilecek gibi de görünmüyorlar. Şiiri geleceğe taşıyacak onların gücüdür.

 

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter