AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Yayın Yönetmeninden
 
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ - Şubat 2021 
       

ANLAŞAMADIĞIMIZ DİL

                       Ertuğrul Özüaydın
 

Toplum yaşamını zenginleştiren, renklendiren toplumsal ilişkilerin bütünü büyük güzelliği içerir. Güzelliği yaratansa bireylerin kendi aralarındaki ilişkinin yanı sıra devlet birey ilişkilerinin toplamıdır diyebiliriz. Bu amaçla toplumsal düzenin, birliğin kurulup işletilmesi tarafların eylem ve edimlerine özen göstermesi yönünde biçimlenir. Bu bütün değerlerimizi kapsar. Ortak sorumluluğun gereği biri ötekini hiçe sayamaz. Toplumun duyuş ve düşünüş birliğini sağlayan gelenek görenek, kültür gibi değerlerin yanına bir de dil birliğini eklemek yerinde olacaktır.

Bütün çevreler öğrencisi, işçisi, doktoru, köylüsü dili kullanırken anlam değerleri bakımından sözlüklerde açıklanmış, tanımlanmış sözcükleri kullanmaya çaba gösterir. İşte o sözcükler tanımlanmış biçimiyle konuşa konuşa hem belleğimizde hem de dilimizde yer etmiştir. İnsanlar birbirlerine bir şeyler söylerken bu sözcükler yoluyla anlaşmaya varacaktır; bunlar bilim insanlarının, yazarlarının incelemelerine, yapıtlarına da aynı anlamla girmiştir. Anlaşma dediğimiz şey de tam da belirttiğimiz yönde sürdürülür. Kendini anlatmak isteyen biri sözcüklerin anlamına bağlı kalarak konuştuğu sürece hiçbir anlaşmazlığa yer bırakmaz. Günümüzün en önemli sorunlarından biri durumuna gelmiş olan anlaşıp anlaşamazlık böylesi bir dil sorunu mudur acaba? Söylediğimizin başka anlaşılmasına yol açacak bildirimlerin yanlış sözcük seçiminden kaynaklanmasını istemiyorsak doğru kullanımı bilmeliyiz. Hiç kimse söyleyeceğine kafasına göre bir anlam yükleyerek düşüncesini açıklamak yoluna başvuramaz. Bunun yaratacağı büyük kargaşadan uzak durmalıyız. Bu nedenle son günlerde konuşup anlaşamadığımız dil üzerine birçok değerlendirmeler yazılıp çiziliyor. Biliyoruz ki dil, anlayıp anlatabilmek bakımından en büyük şansımızdır.

İnsanlar ayrıca kendi aralarındaki konuşmalarda dilin belirlenmiş kurallarına bağlı kalırlar. Örneğin bir marka olan BMW'yi böyle yazarız okurken de “bemeve” diye okuruz. Peki, salgın döneminde çok sık duyduğumuz “PCR” testini (Polymerase Chain Reaction: Polimeraz Zincirleme Tepkimesi) böyle yazıyoruz da neden “pisiar” diye okuyoruz. “Pecere” demeyi dilimize yakıştıramıyor muyuz? Dilimize gereken özeni göstermediğimizin bir küçük örneğidir.

Son zamanlarda yönetenle yönetilenler arasında bir anlaşamama sorunu olduğunu da söyleyebiliriz. Bunun nedeni iletişim yetersizliğinden çok siyasilerin dil tutumudur diyebiliriz. Siyasiler etkileyici söylevlerinde gerekirse sözcüğün temel anlamı üstüne kurulmuş deyiş ve duyuştan bile isteye uzak durabilirler. Siyasi çıkarları gereği sözcükleri büründüğü anlam değerinden uzaklaştırırlar. Sözgelimi sözcük anlamını kesinlediğimiz “emek”, “dünya”, “dil”, “yoksulluk” vb. kavramları düşüncelerine uygun düşecek başka anlamlara çekebilir. “Yoksul” sözcüğü yoklukla duyulan ve betimlenen bir gerçekliktir. Varlığın karşıtı bir durumdur. Sözcüğü başka biçimlendirmek anlamı çarpıtır. Sözcüğe başka anlamlar yüklerseniz nasıl aynı şeyi düşünebiliriz? Bununla birlikte sözcüğü hiç ağza almamak, onu yok saymak ne sözcüğü ne de gerçeğini ortadan kaldırır. Siyasetin dili halkın acıları, sevinçleri, özlemlerine gerçeğiyle bağlılığı gerektirir inancındayım.

Karşısındakini duymayan, duyduğunu anlamayan ya da duymazdan gelinen bir sıkıntının içindeyiz. Dil, iletişim ve etkileşimle gelişir ve doğru anlaşma ortamı yaratma çabasını bırakmaz. Günümüz Türkiyesinde bireye ve topluma anlaşma yanıyla bakmaktan uzak siyasi söylemlerin yeğlendiğini görmekteyiz. Gerçi söylenenlerin inandırıcılığı olmasa da ikna edici ışığı kimi gözleri kör edebiliyor. Bağıra çağıra üst perdeden konuşuyorlar. Kullandıkları sert dilin toplum içinde yaygınlaşması istenen, beklenen bir şey olmadığına inanmak isterim. Doğruyla eğriyi birbirinden ayırt etmek güçleşiyor. Aynı dili konuşuyoruz ama aynı dilde anlaşamıyoruz.

Bir başka durum erki elinde bulunduranların kendi dillerini geliştirmeleri dün olduğu gibi bugün de var. Ülkemizde yeniden diriltilmeye çalışılan Arapça sevdası bunun en açık örneğidir. Sözcüğün Türkçesi varken evde, sokakta, okulda Türkçesi kullanılırken tutup ne demeye Arapçasını kullanırız. Örneğin “yaradılış” sözcüğü. Dil Derneği sözlüğünde “1. Bir kimsede doğuştan bulunan vücut ve ruh özelliklerinin tümü, mizaç, huy, tıynet. 2. Değişir ve zenginleşir. Bir şeyin yaratılırken kazanmış olduğu özellikler bakımından durumu, fıtrat, hilkat” biçiminde tanımlanmış, sözcüğün anlamı, gücü ne demek istediğini dile getiriyor. Bugün Türkçe bilen herkes “yaradılış” sözcüğünü duyduğunda neyin söylenmek istendiği konusunda az çok bir düşünceye sahiptir. Peki, yerine bugün tümüyle unutulmuş “fıtrat” (yaradılış, hilkat) sözcüğünü kullanmayı nasıl açıklayabiliriz? Herkesin bildiğinin dışında yeni bir anlam yüklemez ama sözcük dinsel çağrışımlara yöneltir. Sözcüğün duygusu, ruhu söze inansal bir güç, yücelik havası katabilir. İşin doğrusu sözcüklere böylesi simgesel anlamlar biçmekle amaçlanan yollar mı açılır? Bilemedim... Peki, güdümlü dil istenen sonuçlara ulaşabilir mi?

Zaman zaman kimilerinin ilgisini çeken ve hoşuna giden bu sözcükler kimi yazarçizer arkadaşlarımızın da metinlerine yansımıştır. O güne değin “fıtrat” sözcüğünün varlığından haberdar olmayan kimi arkadaşım sonradan sonraya öykülerinde, şiirlerinde bunu kullanmaya başladığında şaşırmadım değil. Yaratılan siyasal havanın siyasal söylemcileri de bir zaman sonra aynı dili kullanmaya başlar. Siyasal kişiliğin damgasını taşıyan sözcüklerin, anlayışların toplumun bir kesiminde benimsenmesi de anlaşamazlıkların bir nedenidir. Bir başka dönemde bir başka örnekleriyle karşımıza çıkabilir. Her zaman yaşayan duru, temiz Türkçemizi bu tür zorlamalardan uzak tutalım.

Türkçenin yüzyıllarca süren tarihsel gerçeği unutulamaz. Yazıtları, destanları, masalları kendi dilimizle söylemişiz. Bu söylensel yaratılarda geçmişin izleri bugünkü dilimize ışık tutar. Kaç bin yıllık dil geleneğimiz ve alışkanlığımız yaşam gerçeğidir ki toplumun gelişmesine bağlı olarak değişir ve zenginleşir. Yaşanılırlığı işte bu köklü geçmişine bağlıdır.

 

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter