AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Yayın Yönetmeninden
 
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ - Nisan 2022 
       
         SAVAŞ SAVAŞANLARIN SAVAŞI MI?             

      Ertuğrul Özüaydın

Savaşların biçim verdiği dünyayı yaratmak için mi tabur tabur askerler yetiştirilir? Neden şehirlerin arka bahçesinde top tüfek kullanmayı öğretirler? Niçin usta nişancı olunur? Yakın dövüş niçin öğretilir? Büyük büyük ordular hangi gereklilik doğrultusunda kurulur? Bütün bunların ardındaki düşünce şimdi görünmeyen ama gelecekte doğabilecek bir savaşın ön hazırlıkları değil mi? Böylesi düşüncelerin ışığında savaş becerileri kazandırmaya yönelik çabaların artması ve savaşın yüceltilmesi önümüze geleceğe ilişkin karamsar ve hüzünlü bir tablo koyuyor. İşte dünya üzerinde savaş ve savaşı oluşturan anlayışların tümü ortadan kalkmadıkça bu büyük sorunu konuşup tartışmayı sürdüreceğiz. İnsanlığı savaşa kurban edeceğiz.

İnsan kendini sevgiye, güzelliğe verirse anlamsız ve önemsiz kavgaların, savaşların yerini dostluk alır, barış alır, sevda alır. Oysa bir asker ne biliyorsa silah başında öğrenmiştir, silahla eğitilmiştir. Bu yüzden en belirleyici özelliği savaşçı yanıdır. Nazım Hikmet’in “23 Sentlik Askere Dair” şiirinde dediği gibi “ağzı burnu, eli ayağı yerinde / üniforması, otomatiği üzerinde, / yani öldürmeye, öldürülmeye hazır, / belki tavşan gibi korkak, / belki toprak gibi akıllı, / belki gençlik gibi cesur, / belki su gibi kurnaz”. Kuşkusuz askeri kuşatan duygu ve düşünceler savaşın gerçekliğiydi. Kendisine böylesi sorumluluklar yüklenmiş o kişinin öylesine çaresiz, öylesine boyun eğmişliği, en acıklı görüntüsüydü.

Eskiden neyse bugün de öyle barışa sevgiden, mutluluktan, aşktan gidilir. Savaşa savaştan gidilir. Çekilen onca acıya karşın değişen nedir? Ne yazık ki sanatın sanatçının insanla sevgiyi, iyilikle güzelliği bütünleştirme çabaları bu anlamda karşılık bulmamıştır.

Daha iyi savaşabilmek için daha çağdaş silahlar üretildi. Neredeyse top tüfek çağı bitti bitecek. Daha çok bombalar atabilmek için daha büyük daha hızlı savaş uçakları üretildi. Nükleer, kimyasal silahlar üretildi. Evet, daha çok yok etmek öldürmek için. Barış güvercinleri göğünü yitirdi artık. O büyük ordular en etkili silahlara sahip olabilmeliydi. Her fırsatta dünyayı savaş alanına çevirmek istemediğini söyleyen siyasiler, askerler ve silah üreticileri harıl harıl savaş araç gereçlerinin üretilmesine önayak oluyordu. Peki, bu araç gereçleri harekete geçirmek istemiyorsak neden üretilir, niçin satın alınır, neden konuşlandırılır?

Kişi severek yaşadığı mutlu bir dünyanın bireyi olmak ister ve buna hakkı vardır. Korkuyla gölgelenmiş yüzündeki beklentilerini gören şair insanlığın dili olur. Savaşın yalnızca savaşanların savaşı olmadığını bilir. Dile getirilemeyeni dile getirir. Sanatın yeri yurdu barıştır, barışla beslenir. Doğanın dokusu, insanın sesi, yaşamın canlılığıyla kesişir yaratılarının içeriği. Dünya barışının yerleşmesini işleyen öyküler, şiirlerdir savaşın üstesinden gelmek isteyen. Barıştan sevgiye, sevgiden mutluluğa, mutluluktan sonsuzluğa uzanan ortak bir dil.

Yayılmak, ele geçirmek, yükselmek hırsıydı savaşların gerçeği. Sınırları aşma, başka kaynaklara sahip olmak yalnızca kendilerini, kendi çıkarlarını düşünen egemen güçlerin açgözlülüğü oluyordu. Çünkü onlar kendilerini dünyanın merkezine oturtup aynı çatı altında efendi olarak görmek isterler. Bu emperyalizmin önlenemez sömürgecilik anlayışı bir devletin ya da ulusun başka bir devlet ya da ulus üzerinde haklar edinmek istemesiyle başlar ve zayıf uluslar güçlünün boyunduruğundan kurtulamaz. Bu durum örtük ya da açık işgal olabilir. Tutulacak bu yolun acı, yıkım, ölüm getirmesi kimin umurunda? Oysa şairin dediği gibi “Bebeklerin ulusu yok”.

Savaşı seçenek gibi dayatanlar haklı bir gerekçenin arkasına saklanmakla haklılığına toplumları ne kadar inandırabilirdi? Biz savaş istemeyenler gittikçe yalnızlaşan bir ses olmadığımızı biliyoruz. Duyulabilir sesimizle ‘’savaşa hayır’’ demeyi sürdürüyoruz. Biliyoruz ki ortalığı kasıp kavuran savaşın açtığı yaralar, yarattığı yıkımlar, aldığı canlar bütün toplumun acısıdır. Savaşın gerekliliği ve haklılığı üstüne kafa yoran siyasetçi, asker, silah üreticileri bedelini insanlığa ödetir. Orhan Veli’nin “Vatan İçin” şiirinde dediği gibi, “Neler yapmadık şu vatan için! / Kimimiz öldük; / Kimimiz nutuk söyledik.” Oyunu kuralıyla oynayan egemen güçler her zaman sığınacak gerekçeleri allayıp pullayıp öne sürmeyi iş edinmiştir. Bu yüzden cepheler açılır. Ne olursa olsun bu onları savaşın kirlerinden arındıramaz.

Özden yoksun gerçekleşen savaşlara karşın örüntüsü doğa ve insanla bütünleşen şiirin toprağında sevgi gülleri serpilip yeşerir. Birileri için savaş varsa, bizim için de karanlıkta bir yıldız gibi parlayan şiirler var, aşk var. Sevginin, sevgilinin yolunda yüceltilmiş güzellik var. İnsan ve insanlıkla olanla birleşmiştir şiir. Şairin savaşı olsa olsa kendiyle başlayıp kendiyle süren savaşıydı. O kendi savaşının içinden geçerek ruhunun derinliklerine doğru yol alıyordur. Kendi savaşının gerçek savaşçısıdır. İki cephede birden savaşıyordur. Cepheden cepheye koşuyordur durmadan. Her iki cephede verdiği zararlar kendinedir. Şiire özgü olandır şiirsel eylemlerine soluk katan. Savaşına ortak ettiği tek şeyse sözcüklerdir.

Her şey, savaş ve savaşın içinde yer alan her şey uluslararası hukuka saygı ölçeğinde yerine getirilmişti. Şimdi savaşın ardından her zamanki gibi aynı masaya oturup ölen binlerce insanın canıyla, kanıyla anlaşmaya varacaklar. Kimse o acıların, yıkımların, canların hesabını veremez. Kim verecek? Tam o sırada insanlık derin bir boşluğa yuvarlanır. Herkes gölgelerinin arkasına saklanmış barışı konuşuyordur. Arabulucular sürdürüyordur oyun olmayan oyunun görüşmelerini. Kimse kimseye bakmaya cesaret edemez, kör bir maskeyle oturuyordur masada. Hiç kimse birilerinin sorularını duymak istemez, düşüncesizliğine çekilmiş düşünceli oturuyordur. Yanındaki sandalyede oturan düşmanıyla uzlaşması için her şey hazırdır. Kaç savaş, kaç anlaşma, kaç kalıcı barış sayalım böyle başlayıp biten? Biliyoruz ki savaşlardan kalıttır savaşlar.

Şiirinse savaşı yoktur. Bunu somut biçimde görebilmek için şairlere bakın. Hiçbir şair savaş giysileri giymez, tam tersine savaş çığlıklarını bastırmak ister. Onun şiiri, ölümün yıkımın acısıdır; dili buruktur. Toplumu derinden etkilemiş ölümlere ağıtlar yakar. İntikam duygusu yoktur. Şiirlerin en şiiridir aşk, mutluluk ve barış. Ah şimdi ve her zaman böyle şeyler olsa…

Nereye düşerse düşsün atılan bombaların dumanı boğazımıza bir yumruk gibi oturuyor. Cehenneme dönen ortalık hangi sorunun yanıtı? Silahların gürlediği cepheler hangi sözün karşılığı? Kimse bilmiyor. Her yer hedef; herkes, sıkılmış bir yumruk gibi. Siperler ölüm alanı. Kim kimi kışkırtıyor?

Yaşamın yeniliği ve canlılığı asla vazgeçemediğimiz mutluluğumuzdur. Karanlık güçlerin karşısında kazandığımız zaferdir huzurumuz. Her zaman arzu edilen, olmadığında eksikliği duyulan huzurdur. Bütün savaşlarda beklenen ve hep umut edilen o huzur barıştır. Kim barıştan uzak durabilir? Mustafa Kemal’in insanlığa seslenişindeki gibi “Yurtta barış dünyada barış.”

Sanatçı savaşın acı gerçeğiyle karşı karşıya kalan insanı olağan zamanlarda olduğu gibi yalnız bırakmayacaktır. Onun acısıyla acısı kaynaşır, huzurunda huzuru paylaşır. Ortak yazgının sürgünüdür.

 

 

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter