AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Yayın Yönetmeninden
 
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ - Ekim 2022 
       
         NEDEN KORKUYORUZ?

      Ertuğrul Özüaydın

Onu üzeri yazılı yazısız tomar tomar kağıtlar kaplamış masanın önünde gördüm. Masanın her iki yanında üst üste yığılmış kitaplar, dosyalar arasında çalışırken buldum. Silgi, kalemler, ataçlar sağa sola dağılmış. Yüzünü cama dönmüş dışarı bakıyordu. Hava yaz sıcağı ama dayanılmayacak gibi değil onu tanıyorum, dostlukla yaşadığımız o uzun yılların ardından daha ileriye doğru sürecek bir birlikteliğimiz var. Masanın üstünde kalemlikler renk renk boya kalemleriyle dolu. O boya kalemleri değil miydi ki insanlarla arasındaki ilişkileri kağıtlar üzerine çizmeye, boyamaya yarayan. Mor, sarı, yeşil... Bir küçük olayı, yaşanmış bir anı aydınlatır gibiydi çiziktirilmiş karalamalar, masanın orasına burasına dağılmıştı. Söz gelimi kırlarda yürünmüş günün sonunda çizilen bir ahlat ağacı deseni, havadaki kuşun kağıttan ağaca süzülüşü bir yaşanmışlığın göstereniydi.

Sessizliğin bir ucunda durmuş onu izliyordum. O gözlerini bir noktaya odaklamış hiç ses çıkarmadan ve hiç kıpırdamadan oraya bakıyordu. Belki yaz sıcağında ağaçlara sığınmış güvercinlerde, serçelerdeydi bakışları. Biliyorum ki o oraya baksa da aklı başka yerdeydi. Elindeki işi unutmuş, çevresinde olup bitenlere ilgisiz derinlere çok derinlere dalıp gitmişti. Dışarıdan gelen kuş cıvıltılarını duymuyordu. Sokağın karşısındaki at kestanesi, cevizler, meşeler, onlarca kuşla doluydu. Oysa onun bir düşünceden bir düşünceye akıp giden aklına kimbilir neler neler yer etmişti.

Göze görünmeden içimize yerleşmiş kimi korkulardı bizi en çok düşündüren. O korkular, o düşünceler içinde oradan oraya gider gelir aklımız. Üstünden geçen onca yılın sonrasında aynı korkuları duyumsamak kötü ama gerçekti. Bende de yer etmiş çoğu korkunun ilk kez nerede, ne zaman ortaya çıktığını bilemem ama gerçektir. İçime işleyen olayların etkisiyle başladığı yerden sonra içimin karanlık geçitlerine kurulmayı başarmıştır. Kendisinin yokluğunda bile etkisi yaşanırlığını koruyor. Herkesin bir yerlerde gizli kalmış böylesi duyguları yok mudur? Işıksız odalarda kalmak, silahlı insanlar tarafından kuşatılmak, bitmek tükenmek bilmeyen ıssız yollar, karanlık sokaklar, derin uçurumlar, küçük ama ürkütücü böcekler, yerini yurdunu yitirmek gibi daha nice korkular sayabiliriz. Behçet Necatigil'in “Açar korku çiçekleri” diye adlandırdığı korku açar içimizin bir yerlerinde. Üstelik korkularımız hakkında ne kadar çok şeyi bilmediğimizi o yaşanılan anlarda açan “korku çiçekleri”yle öğreniriz.

O öyle uzun uzun bakmayı sürdürdü. O öyle uzun uzun düşündü. Bakışının izinde beliren korkuyu gördüm. Geçmişle, şimdiyi değerlendirir gibiydi özlemlerini, tutkularını düşünüyordu. Belki o uzun yaşam serüveni içinde doğrularını yanlışlarını görmekteydi. Serüvenine egemen olan kimi yanlışlarından olduğu gibi doğrularından da korkmuştu. O korkuların içinde yeniden kendini buldu. Tehlikelerin yarattığı korkulara karşı bir karşılık arayışı içindeydi sanırım.

Donuk bakışları sıcaklığını yitirmişti. Kişilerin iç dünyasını, neler düşündüğünü bakışları ele veriyordu. Öteki duyularımız için aynı şeyi söyleyemeyiz. Ruhsal yanı ağır basan gözler sevgiyi, tutkuyu, acıyı, özlemi yansıtıyordu. Bu yüzden içten bir söyleyiş gibidir, gözlerimiz. Onun korktuğu şeyler üstüne düşündüğü açıktı. Korkuları onu yönetecek güçte değildi belki ama yaşamına ortak olmuştu. Yalnızlığı içinde korkuları, korkuları içinde yalnızlığını sürdüğünü biliyordu. Başından geçeni, tarihe tanıklıklarıyla oluşan korkulara karşı varlığının bilincindeydi. Sanki “Biz yalnızız korku yalnızıyız” diyen Rilke'yi doğrulayacak bir yerde bulunduğunu gördü.

İnsanın özünde neşe, sevgi, acının ne denli yeri varsa korkuların da kendine göre bir alan kapladığını yaşadıklarımızdan biliriz. İnsanın kendini bilmesi kendine duyduğu güveni artırır. Kendine güvenen bakışlarında yaşadığı güçlükleri nasıl çözeceği inancı vardı. Dünyanın gerçekliğiyle yaşama sıkı sıkıya tutunmuştu.

Yaşamın sıkıcı yalnızlığından kurtulmak, evdeki sessizliğin boğuntusundan uzaklaşıp dağların, ormanların o güzel sessizliğine sığınmaktan yana bakıyordu. Yaşama duyduğu sevgi okunabilirdi gözlerinde. Ahh şu yalnızlığı olmasa... “Bilmezler yalnız yaşamayanlar, / Nasıl korku verir sessizlik insane;” diyen Orhan Veli'nin “Yalnızlık Şiiri” ezberinden hiç çıkmamıştır. Masanın başında dalgındı. Sözcükler, kavramlar anlamlarını yitirmişti. Masa dağınıktı.

Karmakarışık duyguları yansıtan gözleri böylesi bir yönelimin sonucuydu. Doğruları, yanlışları içinde korkularına eğildi. Aralarında bir ilişki benzerlik var mıydı? Kendi kendine ne doğrumuz doğru ne de yanlışımız yanlış, dedi. Her doğru bir yanlış, her yanlış bir doğrunun uzantısı. Korkular mı? Doğrular ve yanlışlar içinde doğup büyümüştü. Şimdi derin yalnızlığıyla pencereden dışarılara dalmış arzularını yaşantısına katmanın düşlerini kuruyor olmalıydı. Korkunun sonu yoktu. Kendinden çıkıp günün içinde gezinecek. Hani Orhan Veli'nin “Yalnızlık Şiiri”nin sonrasında dile getirdiği gibi. “İnsan nasıl konuşur kendisiyle; / Nasıl koşar aynalara,  Bir cana hasret, / Bilmezler.” Bu yalın dizeler sanki tam da kendini anlatmak için yazılmış.

Bütün korkular birbiri içinde büyürdü. Her türlü korkunun çok daha büyük korkunun oluşumunda payı küçümsenemez. Bu yüzden korktuğumuz bir şey bizi arkasında gizlenen başka korkulara taşıyabilir. Yani bir korku öteki korkuya varıyor. Ama o korkularla ömür geçmez. Bizi güzelliklere bağlayan sevincimizi, özlemlerimizi nasıl unuturuz. Fazıl Hüsnü'nün “Kokuyorum yaşamaktan ki, çok güzel” deyişi kişinin yaşama bakışını vurgulaması bakımından ilginçtir.

Günlük ilişkilerimiz zamanın akışı içinde korkularla iç içedir. Bu yönüyle kişilerin korkularına egemen olmuş değerler, onun eylem ve edimlerini de belirlemez mi? Toplumlarda öyledir. Bu yüzden ortak kaygıların ortak korkulara yol açması kaçınılmazdır. İnsanlar gibi toplumlarda başına gelebilecek belalardan korkar. Bir yerlerde bir biçimde kıstırılacağını düşünebilirler. İşte o zaman korkular toplumsal davranışların yönünü etkilemeye başlar. Korkularımız büyür. İnsanlar birbirleriyle anlaşamaz olur, kutuplaşır. İçinde bocaladığı durumdan çıkış yollarını arayıp bulmak onların gücüne kalmıştır. Gel gör ki korku hiçbir zaman tek yanlı değildir. Topluma korku salanın çelişkisi bir başka korkudur. Nazım Hikmet'in “Hiçbir korkuya benze benzemez/halkını satanın korkusu” dizeleri böyle bir çelişkiyi anlatmaz mı?

 

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter