AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Harf Devrimi Örseleniyor

HARF DEVRİMİNİ ÖRSELEME ÇABALARI...

Yusuf ÇOTUKSÖKEN

Anadolu ve Rumeli Türkleri, bugünkü varlığını “kurtuluş” ve “kuruluş” aşamalarını gerçekleştirip Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlara borçludur. Bunu kalın çizgilerle belleklere kazımak gerekir. Atatürk Devrimleri, genel tanımlamayla Türk Devrimi, her şeyden önce teokratik  monarşiden demokrat cumhuriyete geçiş sürecinde, sınırları Ulusal Antla çizilmiş yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde yeni bir devlet, yeni toplum, yeni bir insan (yurttaş) yaratmak amacını güdüyordu. Çağdaş dünyada güçlü bir devlet olarak varolabilmenin başka türlü yolu yoktu... Mustafa Kemal Atatürk, yüzünü doğudan batıya çevirdiği, daha doğrusu demokrasinin gelişip serpildiği çağdaş dünyadan yana seçimini yaptığı, emperyalist Batıyla kültür Avrupasını birbirinden çok iyi ayırabildiği için başarılı olmuştur...

Cumhuriyetin 82. yılını kutladığımız bu günlerde, farklı ideolojilerle Türkiye’ye biçim vermek isteyenler, Atatürk Türkiye'sinden duydukları rahatsızlığı, kimi zaman örtük, kimi zaman pervasızca dile getirmektedirler. Bu eleştirilerden en çok nasibini alan da, Harf (ve Dil) Devrimi oluyor, nedense.

Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinden SayınDr. Ayşe Kadıoğlu, Radikal gazetesinde  yayımlanan  “Türk Ulusal Kimliğinin Üç Ötekisi” başlıklı ilginç yazısında sözü Yazı Devrimine getirip şunları söylüyor: “Tasvip edilmeyen bir geçmişi unutmanın zirveye çıktığı anlardan biri 1928’de yapılan harf devrimidir. Bu devrim ile Feroz Ahmad’ın ifadesiyle ‘bir gecede bütün bir millet okuyamaz-yazamaz kılınmıştır’. Türkiye’de insanlar özel bir çaba ile Osmanlıca öğrenmedikçe, geçmişlerine ilişkin hiçbir literatürü okuyamazlar. Zaten 1923 öncesini pek hatırlamaya da gerek yoktur. Cumhuriyet öncesi neredeyse cahiliye devri olarak görülür.” (Radikal, 23 Ekim 2005, Pazar eki İki, s. 3)

Bu değerlendirmeyi sıradan insanlar yapsaydı, belki güler geçerdik; ama saygın bir üniversitemizin çalışmalarını ilgiyle izlediğimiz bir bilimcisinden okuyunca önce şaşırıp duraklıyoruz; ardından da gerçekleri bir de bizim açımızdan dile getirmek için harekete geçiyoruz. Yazı Devrimi, Türk Devriminin ayrılmaz bir parçasıdır; yeri ve zamanı geldiği için uygulanmıştır. Dün Türkiye’nin bir abece sorunu vardı; ama bugün yoktur. Eski abeceye dönme özlemlileri de bu geriye dönüşün olamayacağını biraz geç de olsa anlamışlardır. Bir de şu var: Hiçbir ulus/halk abece değişikliğiyle bir gecede okumaz-yazamaz duruma getirilemez. Bunun ön hazırlıkları göz ardı edilemez. Atatürk’ün bir sözünü anımsayalım. Şöyle diyordu Atatürk, “Toplumsal tabanı hazırlamadan devrim yapılamaz.”Çünkü abece devrimi de öbür devrimler gibi bir sürece gereksinmesi vardır. Programa uygun süreç başarıyı da getirir. Nitekim bizde de öyle oldu. Devrimin ilk yıllarında, basın-yayın organları iki abecede yayın yaptılar. Yeni abece geniş kitlelerce öğretilmeye, kitleler bu abeceyle okuyup yazmaya başlayınca da eski abece tümüyle bırakıldı. (Bugün üniversitelerimizde, kimi özel kurslarda isteyen herkes Osmanlı abecesini öğrenebilir. Kültür tarihiyle ilgilenen hemen her aydının bilmesi de gerekmektedir. )

İlkin şunun altını çizelim: Gerçek bir devrimci olan Mustafa Kemal, “yeni bir devlet, yeni bir toplum, yeni bir kültür/sanat/bilim, yeni bir insan...” yaratmak amacıyla bir dizi devrimi gerçekleşme sürecine sokmuştur. Yazı Devrimi de bunlar arasında hem siyasal hem kültürel içerik taşıyan önemli girişimlerden biridir. Bir devrimcinin de amaçlarına uygun davranması en doğal hakkıdır ve  görevidir de...

Yazı Devrimi, kimilerinin ileri sürdüğü gibi öyle bir gecede, ani bir kararla uygulamaya sokulan devrim de değildir;  1851-1928 yılları arasında dönemin aydınlarınca eski abece (Osmanlı abecesi)-Latin abecesi tartışması oldukça yoğun biçimde yaşanmıştır. Ahmet Cevdet Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi, Şemsettin Sami, Necip Asım, Recaizade Mahmut Ekrem vd kimi değişikliklerle Osmanlı abecesini savunurken; Dr. İbrahim Temo (adı “Latinci”ye çıkmıştır), Hüseyin Cahit, Celal Nuri vb’leri Latin abecesine geçilmesinin uygun olacağını ileri sürmüşlerdir. Tartışmalar yoğunlaşınca hükümet araya girip tartışmalara son vermiştir. Birinci Dünya Savaşından sonra konu yine gündeme gelmiş, hatta TBMM’de de konu tartışılmıştır. Abdullah Cevdet, Yunus Nadi, Falih Rıfkı , Hüseyin Cahit yazılarıyla Latin abecesine geçiş yolunda ısrarcı olmuşlardır.

Mustafa Kemal’in 1907-1923 yılları arasında değişik kimselere (Bulgar Türkoloğu İvan Manolof-1907; İbrancanın sözlüğünü hazırlayan Yahuda I-1911; Mahzar Müfit-1919; Yahya Kemal-1923) Latin abecesine geçiş konusundaki görüşlerini (“Ülkemde bir gün Latin abecesine geçilecektir.”) açıkça söylediğini de çeşitli kaynaklardan  öğreniyoruz..

Yazı Devrimiyle Türkiye’nin çok ama çok önemli kazanımları olmuştur: Her şeyden önce, “İslami yazı” olarak kutsallık kazandırılan Osmanlı abecesi  ortadan kaldırıldığında, dinsel-siyasal iktidar  da, önemli dayanaklarından birini yitirmiş oluyordu. Böylece halkın egemenliğine dayalı laik ve sivil düzenin oluşumu koşulları daha da olgunlaşıyordu.

Cumhuriyet tarihi boyunca gerici/tutucu/gelenekçi/Osmanlıcı/Türkçü/Türk-İslam sentezcisi/liberal/ solcu... görüşten kimileri zaman zaman Yazı (ve özellikle Dil) Devrimi üzerine, artık söylene söylene aşınmış/bayatlamış yargıları dile getirmekten çekinmezler nedense. Feroz Ahmad’ın ve ona gönderme yapan Dr. Ayşe Kadıoğlu’nun da Yazı Devrimine ilişkin değerlendirmeleri, kimi demokrat ve/veya Atatürk(çülük) karşıtı kesimlerin hoşuna gitse bile, bugün için pek bir anlam taşımamaktadır. Çünkü, Yazı Devriminin yapıldığı dönemde (1928) Türkiye sınırları içinde okuma/yazma oranı (yaygın eğitimin olmayışı, medreselerin yozlaşması, medreselerde yaygın olarak Arapça eğitim yapılması, özellikle Balkan, Çanakkale, Ulusal Kurtuluş Savaşında genç subayların/askerlerin, sivillerin ölümü gibi nedenlerle) zaten  çok düşüktü; İstanbul, Bursa, Ankara, İzmir gibi kentlerde bu oran % 10’u bile bulmuyordu; kadınlar arasındaysa bu oran sıfıra yakındı. Kütüphanelerin sayısı özellikle son dönemde gittikçe azalmıştı. Ayrıca kütüphanelerdeki eser sayısı da sınırlıydı. Osmanlılardan kalma yazma eserlerin (uzmanlara göre 300 bin dolayında, bunun 200 bin kadarı Türkçe) okunma oranı da pek yüksek değildi (çünkü, okuma-yazma oranı düşüktü, elyazması yapıtların  nüshaları da az sayıdaydı, kütüphaneyle gidenlerin sayısı da dikkate alınacak kadar değildi...). 1876-1922 yılları arasında yoğun savaşlar yaşayan, savaşlarda binlerce insanını yitiren bir toplumun bu birkaçını sayabildiğimiz olumsuz gelişmeler karşısında, okur-yazarlığı da doğal olarak  gerilemiş olacaktır.

Bu arada ülkede basılan kitap sayısını da bu arada anımsatmakta yarar var: Ünlü kitaplıkbilimcimiz Prof. Dr. Jale Baysal’ın verdiği bilgilere göre, 1729-1928 yılları arasında Osmanlı ülkesinde eski harflerle (Osmanlı abecesiyle) basılan kitap sayısı 30 bini geçmiyordu; 1928-2000 yıllara arasında yeni harflerle (yeni Türk abecesiyle, Latin abecesiyle) basılan kitap sayısı da 300 bine yaklaşıyor; belki de geçiyor.

Yeni Türk abecesinin millet mekteplerinde ve  eğitimde yoğun bir çalışmayla çok kısa bir sürede milyonlarca insana öğretilmesi de Cumhuriyetin ayrıca vurgulanması gereken önemli başarılarından biridir; Mustafa Kemal bu devrimin başarısı için gerçekten de, olağanüstü bir çaba harcamıştır. Kent kent dolaşıp abeceyi öğretmeye çalıştığını anımsayalım. Bugün nüfusu 70 milyonu aşan ülkemizde okur-yazar oranı % 90’ı bulmuştur.

Geçmiş döneme ilişkin bilgiler konusunda da artık kasıt aramaya başladım.  Şunun altını da çizmek gerekecek: Osmanlı kültürü ve tarihi gerçek anlamda Cumhuriyet döneminde  bilimsel yöntemlerle inceleme konusu yapılmış; Osmanlı döneminin temel yapıtları özgün diliyle Latin abecesine aktarılıp ve/veya günümüz Türkçesine çevrilerek basılmış, bilim adamlarının, ilgililerin, halkın hizmetine sunulmuş, bugün de bu çalışmalar sürmektedir. Bence, Osmanlı tarihi, kültürü, bilimi, sanatı, günlük yaşamı, vb. konularda bugün düne göre, daha çok fazla bilgi sahibiz. (Kanıtını da öğrenmek isterseniz, zengin bir kitaplığa gidip bu alandaki çalışmalara bir göz atın derim.)

Dün Latin abecesine geçiş sürecinde gündeme getirilen, yeni abece (Latin abecesi) “İslam birliğini bozacaktır.” (Osmanlı sınırları içinde ve aynı dinden komşuları arasında bir türlü kurulamayan İslam birliği nasıl bozulabilir ki!?), “İnsanlar bir gecede okumaz-yazmaz kılınmıştır.”, “Kuşaklar arasında kültürel uçurum yaratılmıştır.”, “Eski kültürle bağımız koparılmıştır.” gibi değerlendirmelerin bugün için hiçbir kıymetiharbiyesi yoktur. Bundan böyle de olmayacaktır. Çünkü çok iyi biliyoruz ki, Yazı ve Dil Devrimleri ile ulusal birlik sağlanmış, kültür/sanat üretimi hızlanmış ve niteliği yükselmiş, okur-yazar sayısı artırılmış, kuşaklararası kültür aktarımı daha geniş olarak gerçekleşmiş, eski kültürle bağımız daha güçlü biçimde kurulmuştur...

Sözlerimi şöyle noktalamalıyım: Yazı ve Dil Devrimi, Türkiye’de halkça öylesine köklü bir biçimde benimsenmiş ve yaygınlaşmıştır ki, kolay kolay bundan dönülemez. Hiçbir siyasal iktidarın gücü buna yetmez. (Yanılıyor muyum yoksa?...)

Tarih, “uzak/yakın geçmiş dönemlerin olay/olgularını belirli ideolojiler bağlamında aşağılama ve bu  olay/ olguların aktörlerini suçlama vesilesi yaparak yorumlama” olarak algılanırsa, bu hem toplumsal huzuru zedeler hem de tarih bilimine olan güveni zayıflatır, diye düşünüyorum...

Üst kimlik/alt kimlik tartışmalarının gittikçe alevlendiği günümüzde, yeni bir kimlik bunalımı yaratmaya kalkmayalım. Aman dikkat!...

NOT:

1) Yazı Devrimi üzerine  kaynakça:

-          Harf Devriminin 50. Yıl Sempozyumu, TTK, Ankara, 1991.

-          Agâh Sırrı Levend., Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, TDK, Ankara, 1972.

-          Sami N. Özerdim, Yazı Devriminin Öyküsü, İstanbul 1998.

-          M. Şakir Ülkütaşır, Atatürk ve Harf Devrimi, İstanbul 1998.

-          Rekin Ertem, Elifbeden Alfabeye, Dergâh yay. İstanbul 1991.

 

2)       Okuma önerisi:

- Bu konuda Sayın Osman Bahadır’ın, Cumhuriyet Bilim Teknik ekindeki yazısını mutlaka okumalısınız: “ Harf Devrimi Karşıtları ve Gerçek”, 19 Kasım 2005, sayı: 974, s. 16)

 


 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter