AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Mayıs 2008
BAHARDA, BAHARI YAŞAYAMAMAK...

Her sabah güneşin doğuşuyla yeni bir güne başlıyoruz. Başlıyoruz, başlamasına da gün yeni mi, değil mi… Şaşırıyoruz. Ne dünkü kaygılarından arınabiliyor insan, ne yarına kaygısız girme umudunu çoğaltabiliyor. Uzun zamandır böyle bu… Bir bahar daha geldi de geçiyor. Belki çoğumuz yine, “Baharı görmeden yaz geldi geçti” şarkısını mırıldanacağız.

Yalnız baharları değil, bütün mevsimleri; mutlu, esenlik ve gönenç içinde yaşamak için mutluluğu, esenliği, gönenci sağlayacak ortamın, koşulların tastamam olmasını istemek yanlış mı? Her şeyin tastamam olmasından geçtik; eğitim, sağlık koşullarının iyileştirilmesi, adaletin gecikmemesi için çaba harcanması gerekmez mi? Yönetenlerin ve yönetilenlerin birbirini anlaması, sevmesi çok mu zor?

Anlamak ve sevmek… Bu iki eylemin anlamını, sözlüklerden yüreklere, beyinlere taşıyabilseydik… Neleri başarırdık, neleri? Örneğin 1 Mayıs 2008’de emeğin bayramını ya da başka etkinliklerimizi bahar coşkusuyla yaşayamaz mıydık? Cumhuriyetimizin temelini oluşturan değerleri kısır tartışmalara konu yapacağımıza akılla, bilimsel verilerle besleyip içselleştirme yollarını bulamaz mıydık? İkide bir geriye bakacağımıza, arkamızdaki kültür birikimiyle geleceğe koşamaz mıydık? O zaman her bir taşımızın, her damla suyumuzun, her ağacımızın sahibi olmaz mıydık?

Yazık ki birbirimizi anlamak ve sevmekte geciktikçe gecikiyoruz; çünkü eğitim sistemi, anlamak ve sevmek üzerine kurulu değil. Anlamak eyleminin, anlamları arasında, “içinde bulunulan durumun gerçeğini kavramak; birinin duygularını, isteklerini, düşüncelerini sezebilmek” de var. Gerçekleri kavrayamayan, başkalarının duygu ve düşüncelerini sezemeyen, bu nedenle kendi yurttaşlarını kimi kez kafa, kol kıracak, kimi kez ülkenin tüm değerlerini yadsıyacak denli karşı karşıya getiren, “iflas eden” çağdışı eğitim sistemidir.

Evet, dünya görüşlerimiz, inancımız, kökenimiz ayrı olabilir; ama aynı yurtta, bu yurdun olanaklarıyla var oluyorsak, yurtseverlik, temel ülkümüz olmalıydı. Yurtseverlik, ortak değerler için korkmadan, çekinmeden özveride bulunmaktır; bireysel çıkar gözetmeden ortak değerler için gerekirse her türlü savaşı, savaşımı göze almak demektir.

Yazık ki eğitim sistemi, bireyleri bilgi ve sanatla buluşturmadığı, uygulayımbilimin önemini anlatamadığı gibi, yurtseverlik duygusunu da yaşamsal kılmıyor, pekiştiremiyor; çünkü çok uzun zamandır Türk Devrimiyle barışık değil. Eğitim kurumlarında Atatürkçü düşüncenin özü yerine göstermelik, biçimsel etkinlikler sergileniyor. Aydın geçinen birtakım çokbilmişler, sözde bilimciler, Atatürkçü düşünceyi, Türk Devrimini yadsıdıkları için, buralardan güç alan yöneticilerin çoğu, çoktan “iflas” eden eğitim sisteminin ürünü olduklarını bile sezemiyor.

Belli zamanlarda dil ucuyla söylenen beylik sözler, birbirimizi anlamanın ya da sevmenin kanıtı olabilir mi? Göz önünde olan yetki ve yetke sahibi kişilerin kullandığı dil, onların sağlıklı bir eğitim almadıklarının kanıtı değil mi?

Biz Dil Derneği’nin etkinlikleri ve yayınlarıyla tam 21 yıldır, bunları anlatmak için çabalıyoruz. Bir toplumun birbirini doğru anlayarak sevgi pınarlarını coşturmasının ilk ve tek koşulu, ortak dili doğru kullanmaktır. Dili doğru kullanarak bilim ve sanat üreten, bu üretimden yeterince yararlanan bir toplumu, aydınlanma yolundan hiçbir güç döndüremez. Bilimsel bilgiyle beslenen bir toplum, iyiyi ve kötüyü anlamak için sorar, sorgular; böyle bir toplumu kimse kandıramaz. Atatürk’ün başlattığı Dil Devriminin amacı da budur. Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nun çabaları da bu yöndeydi. Ancak o kurumun yolu ve yönü, Türk Devrimiyle kavgası olanlarca değiştirildi. İnsanın içini acıtan, bu değişime bilimci, sanatçı, aydın geçinenlerin araç olması ve ağızbirliği ile bu yanlış gidişi savunmasıdır.

Atatürk’ün kurduğu, 1932-83 arasında yaşayan Türk Dil Kurumu’nun amacını ve çalışmalarını daha önce birçok kez yazdık, söyledik. Bu kurumun temel görevlerinin başında topluma dil bilinci kazandırmak geliyordu. Türkiye Türkçesinin, ses, biçim ve anlam özellikleriyle bilim ve sanat dili olması, toplumun bu güveni taşıması çok önemliydi. Nitekim 51 yıl boyunca yapılan çalışmalar, Türkçenin bilim ve sanat dili olarak gelişmesine büyük katkılar sağlamıştı. Bilim ve sanat insanları da bu çalışmaların içindeydi.

Dil Derneği’nin çabaları da bu yöndedir; tam 21 yıldır bilim ve sanat insanlarının, dil bilinci güçlü aydınların desteğiyle ayakta duruyoruz. Ne ki Türkçe devletin bir kurumunca, devlet eliyle bozuldu, bozulma artarak sürüyor. Bizler, yetkililer ağzında Türkçenin bu denli kötü kullanıldığını, hiç görmedik, hiç duymadık. Ülke ne durumdaysa, Türkçe de o durumda… Saldırılarla yüz yüze…

1983 öncesindeki Türk Dil Kurumu, içerden ve dışardan Türkçeye yönelik saldırıları, küçük görmeleri aklın öncülüğüyle, bilimsel verilerle karşılıyordu. Bakınız, dışardan gelen içerden de desteklenen, abecenize x, q, w’yi alın, anadilde eğitim yapın buyrukları, Atatürk’ün Türk Dil Kurumu kapatıldıktan sonra dayatma noktasına varmıştır. Dışardan gazel okuyanların ülkesinde de kökeni, inancı ayrı insanlar vardır; ama bu gazelciler, ortak dille eğitim yaparlar. İngiltere, AB’nin ortak parasını bile kullanmamakta; AB toplantılarında kendi dili kullanılmayan Fransa tepki vermekte; Almanya, beyin ve beden gücünden yararlandığı binlerce Türkân’ın, Doğan’ın, Yaşar’ın adlarındaki ü, ğ, ş gibi harfleri kullanamadığını göz ardı etmekte; bu ülkelerin kimliğini taşıyan insanlar, o ülkenin ortak diliyle eğitim almaktadır. Üstelik bu yeni bir durum değildir; nedense Türkiye söz konusu olunca herkes akıl satmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ortak iletişim aracı Türkçedir. Evet, Türkiye’de birden çok dil kullanılmaktadır; doğrudur, kaç kişi konuşursa konuşsun, her dil çok önemlidir; korunmalıdır. Dillerin yitirilmemesi için yazarlar, bilimciler bu doğrultuda çalışmalı, emek ve ürün vermelidir. Ancak bir ülkede başka dillerin de olması, o ülkedeki ortak dilin, ulusal kimlik olarak benimsenmesine engel değildir. Çünkü ulusal değerlere sarılmanın, onları savunmanın köken, inanç ayrılığıyla ilgisi yoktur; yurtsever olmakla ilgisi vardır. Bu yurt, üzerinde yaşayan, eken biçen, vergi veren, askere giden, birlikte coşan, birlikte ağlayan insanlarındır.

Ortak ya da resmi dilin, ulusal kimlik olarak benimsenmesi, dünya görüşü, kökeni ve inancı ayrı da olsa, bireylerin yurttaşlık bağlarını güçlendirir. Yurttaşların birbirlerini doğu anlaması ve içtenlikle sevmesi için, bu ortak dili doğru kullanmaları bir zorunluluktur.

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dediği gibi, “dil yurttaşlığı” her şeyin başında gelir; ancak dün Dil Devrimini kuşaklar arası kopukluğa yol açıyor, geçmişle bağlarımızı koparıyor diye eleştirenler, bugün bambaşka şarkılar söylüyorlar. Dış destek de tamam. İçerden ve dışardan atılan oltaların, yemi olmamayı başarabiliriz belki; başarmalıyız.

Bugün ivedilikle ele alınması gereken ilk kurum Milli Eğitim Bakanlığıdır. Ne yazık ki bu bakanlığın başındaki “milli” sözcüğü zayıflamış, iplik gibi olmuştur. MEB, dil işlerinde, örneğin sözlük ve kılavuzlarda, resmi TDK’ye yaslanmaktadır. Bu iki kurumun Türk Devrimine bakış açısı aynı olduğu için, ne dilin ulusal kimlik olduğu bilinci, ne ortak yaşam sevinci, ne de bilimsel ve sanatsal olanın yaygınlaşması gibi amaçlar söz konusudur.

Oysa biz, gençler, baharı baharda yaşasın istiyoruz; yazı yazda... Bunun için daha çok aydın desteğine gereksinimimiz var; evet daha çok beyin gücü, daha çok para gerekiyor. Biri ülkenin batısından, öteki doğusundan iki genç bir araya gelince bilgi yoksunu politikacılar gibi bağrışmasın, birbirini anlasınlar, ortak değerleri gözeterek birbirlerini sevip saysınlar istiyoruz. Ellerine taş sopa değil kitap, çiçek; yüreklerine aşk yakışsın istiyoruz. İnsana, yurda, yurttaşlığa, bilime, sanata aşkı, sevgiyi çoğaltacak duygu ve düşünceler serpilsin, büyüsün istiyoruz.

İşte Dil Derneği, Türkçe için böyle bir ortamda, birkaç cephede birden savaşım vermektedir. Kuşkusuz yalnız değiliz; kuşkusuz umutsuz ve karamsar da değiliz. Ancak 21 yaşındaki derneğimiz, kuruluş yıllarının koşulları anımsanırsa, o günlerde bile bu denli güçlükler içinde çalışmamıştı. Ne yerimizin, ne yenimizin darlığı; hiç önemli değil! Var gücümüzle genç kuşaklara akılcı ve bilimsel olanı anlatmaya çalışıyoruz. Yerimiz ve yenimizin darlığı önemli değil; ama elimizin darlığı yapmak istediğimiz öyle çok şeyi engelliyor ki… Aklın ipini koparanların ne yüzü,  ne karanlıkta kazanılan paraları… Az olsun; ak olsun; arkasında alınteri, emek olsun… 

Bu bahar günlerinde, bilgisunar sayfamıza ya da Çağdaş Türk Dili adlı dergimize gözü düşünlerle dertleşmek istedim. Başka türlü istemeyi bilmem ki, hiçbirimiz bilmeyiz… Hiç el açmadık; hiç el etek öpmedik; hiç ödün vermedik. Bilmem anlatabildim mi?

Baharda baharı, yazda yazı yaşabilmek için, bu derneğin yolunu açabilmek için size gereksinimimiz var. Size; siz Türk Devriminin ödünsüz savunucularına! Siz, yurttaşlık bilincini içselleştirmiş olanlara; gerçek yurtseverlere…

SEVGİ ÖZEL

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Kasım 2024 - 441. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter