AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ 100 YAŞINDA, DİL DERNEĞİ 33 YAŞINDA

 

SEVGİ ÖZEL

Özgürlüğün, adaletin, insan haklarının güvencesi olacak, yurttaşlık bilincini pekiştirecek; inancı ve kökeni ne olursa olsun bütün yurttaşların ortak çıkarlarını koruyup kollayacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920'de açıldı. Meclis açıldığında bütün yurt işgal altındaydı. Sömürgeciliği meslek edinen yayılmacılar, ülkemizi masa başında somun paylaşır gibi parça parça paylaşmışlardı. Mustafa Kemal, 16 Mart 1920'deki bildirisinde Anlaşma Devletlerinin siyasal oyunlarını sıraladıktan sonra, “En sonunda bugün İstanbul’u zorla ele geçirerek Osmanlı Devletinin yedi yüzyıllık yaşam ve egemenliğine son” verildiğini vurgulamıştı. Mustafa Kemal, padişahın, çevresinin ve ülkenin durumunu Söylev'in girişinde de anlatmıştı:

“Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu topluluk, Birinci Dünya Savaşında yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda ze­delenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaşın uzun yılları boyunca, ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve yurdu Birinci Dünya Savaşına sürük­leyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmış­lar. Padişah ve Halife olan Vahdettin, soysuzlaşmış; kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini düşlediği alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşanın başkanlığındaki hükü­met güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş ve onunla birlikte kendi güvenlerini sürdürecek her­hangi bir duruma boyun eğmiş. Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alın­makta...”

Mustafa Kemal durumun ne denli kötü olduğunu bütün incelikleriyle gören, yurdunu ve insanları düşünen bir aydındı. 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkışından sonra yaşananları ayrıntısıyla Söylev'de anlatmıştır. Mondros Ateşkes Anlaşmasıyla ortaya çıkan karanlık resmi göremeyen padişah saltanatın kalıcı olacağı yanılgısı içindeydi. İstanbul’da bir hükümet vardı; yayılmacının baskısı altındaki bu hükümet, Anadolu ateş altındayken kurtuluş için akılcı bir çözüm yolu ve eylem üretemiyordu. Savaş vardı; yoksulluk, yoksunluk vardı; ölüm vardı… Halk zor koşullar altında yalnız bizim değil, dünya tarihinin en akılcı, en uzak görüşlü örgütçüsü olan Mustafa Kemal’e inanmıştı. Kurtuluş ateşinin Anadolu’da yakılacağına inanan yurtseverler Ankara'ya koşuyordu. Bu nedenle bin bir güçlükle toplanan Erzurum, Sivas Kongrelerini, kongreler öncesi ve sonrasını, Mustafa Kemallerin ardılları olan bizlerin bütün ayrıntısıyla bilmek ve öğretmek gibi bir görevimiz var.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), 23 Nisan 1920’de Sinop Milletvekili Şerif Beyin başkanlığında açılmıştı. Ulusumuzun geleceğine meclisin karar vereceği bütün yurda ve dünyaya duyurulmuştu. Mustafa Kemal, 24 Nisan 1920’de mecliste uzun bir konuşma yapmış, Mondros Ateşkes Anlaşmasına dek bütün olayları, sarayın izlediği siyasaların geçersizliğini; TBMM’ce iz­lenmesini gerekli gördüğü siyasal yöntemi şöyle anlatmıştı:

"Bizim aydınlık ve uygulanabilir gördüğümüz siyasal yön­tem, 'ulusal siyaset'tir. Dünyanın bugünkü genel koşulları ve yüzyılların kafalarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçek karşısında hayale dalan birisi olmak kadar büyük yanılgı ola­maz. Tarihin dediği budur; bilimin, aklın, mantığın dediği böyledir.

Ulusumuzun güçlü, mutlu ve sağlam bir düzen içinde yaşayabilmesi için devletin bütünüyle ulusal bir siyaset güt­mesi ve bu siyasetin iç örgütlerimize tam uyumlu ve dayalı olması gereklidir. Ulusal siyaset demekle anlatmak istediğim şudur: Ulusal sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi gü­cümüze dayanarak varlığımızı koruyup ulusun ve yurdun gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak; gelişigüzel ulaşılamayacak istekler peşinde ulusu uğraştırmamak ve za­rara sokmamak; uygarlık dünyasının uygarca ve insanca davranışını ve karşılıklı dostluğunu beklemektir."

Laik cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün bu seslenişi, 2020 Türkiyesinde, "ulusal sınırlar içinde kendi gü­cümüze dayanmayan, ulusun ve yurdun gerçek mutluluğu yerine bireysel kazanımları öngören, ulaşılmayacak istekler peşinde koşarak ulusu za­rara sokan" siyasetçilere yol gösterici olabilir.

Mustafa Kemal Atatürk için TBMM ulusumuzun gelecek güvencesidir; ulusu çağdaş uygarlıkla yarıştıran bütün yolları açacak ilk ve tek kurumdur.  Atatürk’e inanan bizler için de öyledir. TBMM 23 Nisan 2020’de, 100 yılı arkada bırakacaktır. Bu 100 yıl, sıradan günlerin, olay ve oluşumların toplamı değildir. Ne yazık ki TBMM’nin 100. yılını kutlayacağımız bu dönemde Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” ilkesini anlamayan, onun “manevi mirası akıl ve bilim”in önemini kavrayamayan siyasal anlayışla yüz yüzeyiz. Halka ve yurda bütün gücüyle saldıran yayılmacılara karşı ulusal direnişi örgütleyen, yüzyıllarca yoksul ve bilgisiz bırakılan bir halkın Kurtuluş Savaşını utkuyla bitirmesini sağlayan Mustafa Kemal Atatürk,  anıtsal yapıtı Söylev’le bir bakıma ulusa hesap verme gereksinimi duymuştur. Onun ölümünden sonra çoğunca "milliyetçi muhafazakârlık” savıyla iktidar olanlar, eğitimden, ekonomiye, iç siyasadan dış siyasaya uzanan bütün alanlarda cumhuriyetin kazanımlarını yadsıyarak 21. yüzyılda ülkeyi karanlık bir tünele sokmuşlardır.

TBMM’nin kurulması ve varlığı, “ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını” kazanma yolunda attığı en büyük adımdı. TBMM, ulusal egemenliğin simgesidir; görkemli bir savaş yöneten ve kazanan; bağımsızlığımızı bütün dünyaya kabul ettiren TBMM bugün işlevsiz kılınmaktadır. Oysa Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşını yöneten ve kazanan TBMM’nin kuruluş gününü çocuklara bayram olarak armağan etmiştir. Bu armağanın anlamı, değeri paha biçilmezdir; bu armağanı anlamsızlaştırmaya çalışan karşıdevrim, umudumuzu karartamaz; asla karamsar değiliz.

Kuşkusuz hiçbir karanlık kalıcı değildir; böyle olmadığını Kurtuluş Savaşıyla gördük; yaşadık ve yaşattık. Türkiye Cumhuriyeti’nin yalnız yayılmacılara karşı değil, yayılmacıya çanak tutanlara karşı da verdiği bağımsızlık savaşıyla “kul”luktan kurtulan yurttaşları, bütün kadın ve erkekleri özgürce düşünerek, her alandaki seçme ve seçilme hakkına sahip çıkarak yine çağdaş dünyayla yarışacaktır. Akılcı ve hukuksal kararların tek adresi TBMM’dir.

Bugün hepimizin düşünmesi gereken konu ya da sorun, ulusal egemenliğimize yönelik olarak  içeride, hem de mecliste beslenen  akıl ve hukuk dışı işler, tavırlardır. Akıl ve hukuk dışı işlere, uygulamalara karşı durmamız yurttaşlık görevimizdir. Ulusal egemenliği yok sayma, kişisel ya da kurumsal çıkar için inanç ve köken ayrılıklarını körükleme çabaları boşunadır. Atatürk Türkiyesinin kuruluş felsefesinin tek harfinden ödün vermemek de görevimizdir. Yaklaşık çeyrek yüzyıldır Atatürk’le, devrimlerle hesaplaşanlar halkı kandırırken Türk Devriminin bütün olanaklarını kullanmaktadır. Ancak Harf ve Dil Devrimlerine sataşırken ne Arap abecesini kullanabiliyorlar ne de Osmanlıcayı… Dil Devriminin kazandırdığı sözcüklerle cumhuriyet kurumlarına sataşıyorlar. Atatürk’ün eliyle yazdığı vasiyetnamesini çiğneyerek Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarının 1983’te kapatılması Atatürk’le ve Türk Devrimiyle hesaplaşmanın en somut örneğidir.

Atatürk’ün özerk ve özgürce çalışacak birer dernek olarak kurduğu, sonsuza dek yaşamaları için kalıtından pay ayırdığı Türk Tarih ve Türk Dil Kurumları, özellikle Türk Dil Kurumu, karşıdevrime kafa tutabilen, Atatürk’ün kalıtına onurluca, dürüstçe sahip çıkabilen iki tüzelkişilikti. Bu iki kurumu yok etme savaşımı, gerçekte Atatürkçü düşünceyi yok etme çabasıydı. Özellikle Türk Dil Kurumu, Türk İslam sentezinin dil-düşünce ayağını işlevsiz bırakıyordu; yayılmacı kafası taşıyan karşıdevrimin hedef tahtası olmuştu. Karşıdevrim kafasına göre halk, kullanamadığı bir yazı ve anlamadığı bir dille imparatorluk döneminde olduğu gibi sessiz bırakılmalı, aydınların kalemleri Türkçe yazmamalı, ağızları Türkçe söylememeli; yalanlar, akıldışı uygulamalar saklanmalıydı. Bu yolla iktidar ve çıkar sahibi olmaktı amaç… Yaklaşık çeyrek yüzyılda laik cumhuriyetimizin itildiği karanlık tünel bu… Her gecenin sabahı var.

*

Biz, 22 Nisan 1987’de Dil Derneği’ni özellikle 22 Nisanda kurduk; dille bağımsızlık aşkını vurgulamak istedik. 33 yıl önce derneği kurarken de birtakım akıl ve hukukla bağdaşmayan uygulamalarla karşılaşmıştık; yaklaşık çeyrek yüzyıldır tanık olduğumuz yanlışların bu noktaya geleceğini aklımızdan geçirmemiştik. Hukukun üstünlüğüne inanıyor; Atatürk kurumlarını, üniversiteleri yok eden 1982 Anayasasının antidemokratik maddelerinin, aklın ve hukukun üstünlüğüne yenileceğini düşünüyorduk. Atatürk kurumları kapatılalı 37 yıl oldu. Kurumları kapatan karşıdevrim, ölçünlü dili bozarak; ortak (resmi) dil tartışmalarını inançla (dinsel olanla) körüklüyor. Eğitim bütün kurum ve kurallarıyla dinselleştirildi; üniversite susturuldu; yargı ve basın özgürlüğü kâğıt üstünde kaldı; dahası “Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak üzere” ulusal egemenlik, bağımsızlık anlayışımız ve bağımsız kurumlarımız yara üstüne yara alıyor. Dil Derneği, bir avuç aydınlanmacının çabasıyla ayakta durmaya çalışıyor. 2020 Türkiyesinde “Ulus yoksulluk ve sıkıntı içinde harap ve bitkin düşmüş” durumda; işsizlik aşsızlık, eğitimsizlik almış başını giderken, halk acımasızca kandırılırken yayılmacı durur mu? Her gecenin sabahı var.

Dil Derneği, 33 yıldır böyle bir ortamda ayakta kalma savaşımı veriyor. Atatürk’ün başlattığı Dil Devrimi, ortak dille ortak düşünce üretmemiz için yapılmıştı. Ortak dile saygı, ülkemizde konuşulan bütün dillere saygıyı gerektirir; özgürce yaratılan her düşünce, dünya görüşümüz, inanç ve köken ayrılıklarımızı derinleştirmeye değil, ortak sevince dönüştürmeye yarar. Çocuklarımızın doya doya bayram yaşamasını sağlar. Karamsar olmadan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı coşkuyla kutlayalım. Her gecenin sabahı var.

Mustafa Kemal Atatürk'ü saygıyla anıyoruz. 23 Nisanda meclisin 100 yılını, derneğimizin 33. yaşını kutlayacağız. Mustafa Kemal Atatürk’ün “gençliğe seslenişi”ni yüksek sesle okuyarak, her sözcüğünün anlamını düşünerek kutlayacağız. Ortak sesimizin, ortak haykırışa dönüşmesi; laik cumhuriyetimize yönelik tehlikeleri yok edecek hukukun üstünlüğüne dayalı ortak eylemleri doğurması dileğiyle kutlayacağız.

TBMM’nin 100. yaşı kutlu olsun!

Dil Derneği’nin 33. yaşı kutlu olsun!

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun!


 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter