AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Yayın Yönetmeninden
 
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ - Şubat 2022 
        GİTMEDEN GÖREMEYECEĞİZ                      

      Ertuğrul Özüaydın

 

Başladığım bu sayfadan sonraki yazacaklarımı bir noktaya kadar bilmek ya da bilmemek gibidir yolculuğa çıkmak. Yola çıkmak heyecanıyla açıldığınız o yolda başladığınız noktayı bilirsiniz de bitiş yerini tamı tamına kestiremezsiniz. Bunun en güzel örneği yazdığınız bir yazıda başınıza gelir. İnsan düşüncesine ne denli bağlı kalmak isterse istesin akıl yürüttüğü sürece değişim, gelişim göstermesi kaçınılmazdır.

İşte o beklenen gün gelen gündü. Gitmeden göremeyeceğiz. Durmanın yararı yoktu. Yola çıkmasına çıkılacaktı ama birileriyle birlikte yürümek istedi. Günlerinin sıkıcılığından uzaklaşmak istiyordu. Biraz değişik yerlerin havasını solumalıydı. Başka şehirler olabilirdi, şehrin dışında kırlara çıkabilirdi, dağ taş yürüyebilirdi. Dağların sessizliğine, ormanların yeşilliğine sığınmak istiyordu. Özgürlüğüne yürüyecekti.

O birini bekledi. Gözlerini o yöne çevirdi. Öyle biri var mıydı ki bekliyordu. Bir başına gitmeyi kafasına koydu. Kendi kendine kararına sevindi. Demek ki gölgesi ve kendi olacaktı. Gölgesi de sevindi. Kalabalıklar içinde yalnızlıklarını gördü. Gölgesi dengiydi. Bir roman kahramanı gibiydi gölgesi ve kendi. Gözlerini gölgesi üstünde gezindiriyor, varlığına seviniyordu. O bir görünmeyendi. Aslında görünmek istemeyendi. Görünür görünmez ne değişirdi? Gölgesi yaşama sevinciydi. Kendisi onun kim olduğunu, soyunu sopunu, yetiştiği çevreyi, huylarını iyi biliyordu. Gölgesini tipleştirmek ve benzetmek gerekirse birçok yönüyle kendisine benzediğini gördü. Gölgesinin gerçek yüzünü bir tek kendi bilebilirdi. Bir bakıma o bir görünmeyendi ve birlikte görünmezlerdi. Dış dünyadan soyutlanmış yüzüyle hemen yanıbaşında durmuştu. O da gelecekti. Gelmeyi bağlılıkla istedi. Artık tek başına değildi.

Yürümeye çizdiği yoldan başlayacaktı. İlk adımını attığı yerden uzaklara gitmekti amacı. Elinden gelse en uzağın uzağına dek gidebilirdi. Gölgesinin gölgesiydi onunla el ele yürüyordu. İçinde bulunduğu koşulların dışına çıkacaktı. Ucun ucundaki geleceğe doğru sonsuz göğün altında yola koyuldu. Başka zamanlara geçecekti.

Yol, yol olarak vardı. Yolun üstündeki kendini, yolun bir parçası görüyordu. Yalnız biri gibi gidiyordu. Kendi olarak değil, gölgesinden kopmayacak bir gölge olarak sürüyordu yolu. Düpedüz gölgeydi gittiği yolun simgesi. Yol akıyordu, gün akıyordu durmadan. Yol hiçbir yerde bitmiyordu, hiçbir yere varmadığı da ortadaydı. Yol onunla birlikte yürüyordu.

Yazılamayan bir yazının anlamıydı ya da başlamış da sonu getirilemeyen bir şiir. Yol yalnızca yol olarak uzuyordu. Ortaya çıkarılmış bir çalışmanın izlediği çizgi bağlamında, geçmiş ile gelecek arasında uzun soluklu bir serüvendi. Geçmişten anımsadığı kadarıyla üstünden geçip geldiği yolları biliyordu da bundan sonrasını ancak ve ancak kestirebilirdi. Boşluğun akışı gibiydi, her yolun boşluğa açıldığını gördü.

Hiç gitmediği dağlara gidiyordu, hiç bilmediği orman yollarına dalacaktı. Yol onunla birlikte gidiyordu. İçten dışa doğru uzamasıyla bitmez tükenmezdi, kesintisizdi. Koruyucu gölgesi yanında yürüyordu. Kimsenin görmediği gerçeğiydi. İki gölgenin soluğunu taşıyan bir insan gibiydi. Gözleri bildiğiniz gözler gibi bakmıyordu, elleri bildiğiniz eller gibi tutmuyordu. Bir serüven yolcusuydu. Arkasında yıllarını bıraktı. Yol aldıkça yol uzuyordu.

Gittikçe özlemlerin, tutkuların yeniden biçimlendiğini gördü. Geçtiği her şey bir başka nitelik kazanıyordu. Yazdıkça duygu ve düşüncelerinin başka boyutlara yönelmesi de böyle değil miydi? Bir başka deyişle kişisel duyarlılıklarımız olaylar karşısında yeni bakışımızı yansıtabilirdi.

Adı uzak olan o yollara gidelim, dedi gölgesine. İster uzun ister kısa olsun, bile isteye yürüyelim o yolları. Gitmeden göremeyeceğiz. Gidelim, görelim. Sevmek uğruna yürüyelim, sevelim. Yarım kalacağını bilsek de yürüyelim. Asıl bu yüzden gidelim. O derin karanlık bizim, umuda ve ışığa gidelim.

Ağır ağır ilerliyordu. Evler sokaklar geçti, köyler kasabalar geçti. Bir yerlerden uzaklaştıkça bir yerlere daha çok yaklaşıyordu. Yaklaştığı her şey başka bir şeylerin başlangıcıydı. Görünen görünmeyen her yere gidebilirdi. Gittikçe yol uzuyordu. Günlerin gecelerin içinden geçiyordu. Zaman uzuyordu. Bütün yüklerinden kurtulmuş gittiği yola sıkı sıkıya sarılmıştı.

Belirsizliğin derinliğinde yolculuğunu sürdüren roman yazarının yoluna düşmüş gibiydi. Yürümek kitap yazmayı gerektirmezdi. O, yaşamın akışında yürüyordu. Yaratıcılık dediğimiz süreç, kendi çizgisinde bir arayış sayılabilirdi. Kaynağı sevgi olanın yönelimi belliydi. Çizgi bir araçtı.

Nereye gideceğine nasıl karar vermişti? Yola çıkış nedeni birine gitmek için de olabilirdi. Doğrusunu isterseniz ha bir yere gitmişti ha birine... O, o yolu yürüyecekti. Ayrıca o yola girmeden önce de o yol oradaydı.

O, birine gitmek için yola çıkmış olabilirdi. Belki o biri, kendisiydi. İnsan kendinden kendine gidebilirdi. İçsel yolculuğunda giden ve gidilen kendinden başka biri değildir. O yolculukta yolcu ötekine; öteki, yolcuya dönüşmüştü. En dıştaki kendi, en içteki kendine her yönüyle benziyordu. İçten dışa doğru yolculuğun böylesi gerçekliği yadsınamazdı.

Yolculuk izleğinden yola çıkan yazarın kendisi de hem bir noktaya ulaşmak çabası içindeyken hem de kendi iç yolculuğunu sürdürmüyor muydu? Gittiği yolu anlatan, yazan; o yolda yürüyen değil miydi? Başkasını yazarken kendini bulabilirdi.

Yolun huzuruna inanmıştı. Dünyayı gezmeli diyordu, dünyayı sevmeli. İşte tam burada kendinden dünyaya açılan bir yolculuktu düşü. İnanmakla başlardı bu yolculuk. Dünyanın ruhuna uzanan ve ulaşabilen düşsel bir yolculuk. Dante'nin “Tanrısal Komedya”sı böyle değil miydi?

İnsanoğlu uzağa vardıkça daha uzağı hedef alıyordu. Kendini en uzakta görme isteğini hiç bırakmadı. İnsana özgü bir tutkuydu. Başladığı yeri düşündü. Şehirden kaçmak isteğiyle yanıp tutuştuğu günlerdi. İlerledikçe yolu öğreniyordu ve kendini tanımayı. Şehrin kalabalığında yitirdiği gölgesini şehrin dışında kırlarda, dağlarda buluyordu. O dağ yolları, başka başka patikalardan gezilebilecek kadar büyük ve güzeldi. Bu yüzden seviyordu şehir dışını.

Yazarın konuyu işlemesidir adım adım ilerleyişi. Yol boyunca çabası etkili anlatımıdır. Görünmezliğe bürünerek amacına yönelik yolculuğunu sürdürecektir. Yazan öylesi yolları deneyebilir.

Orada durdu. Yolculuk buraya kadar mıydı? Olmak istediği yerde miydi? Bilemedi. Kendine baktı ve gölgesine. Uzaktan tanımak güçtü. O kendi miydi kendine yabancılaşmış başka bir yolcu mu? Durup bir kez daha çevresine bakındı.

Şimdi geldiği şu noktadan sonra neyi yazacağını düşündü.

 

 

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter