AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
2013 Yılı Ödülü Gökçe Altınbay'ın

      Dil Derneği ile İsveç Atatürkçü Düşünce Derneği’nin, 5 Aralık 2006’da yitirdiğimiz Yazar, Şair, Gazeteci Gürhan Uçkan’ın kişiliğini, düşüncelerini ve yapıtlarını gelecek kuşaklara aktarmanın yanı sıra genç kuşakların dil duyarlılığını artırmak, yazınsal becerilerini geliştirmek üzere üniversite gençliği arasında düzenlediği Dil Derneği Gürhan Uçkan Kısa Öykü Yarışmasına 2013 yılında da çok sayıda üniversite öğrencisi tek öyküyle katıldı. Yarışmanın Cemil Kavukçu, Işık Kansu, Filiz Gülmez, Günay Güner ve Nermin Küçükceylan’dan oluşan seçici kurulunun değerlendirmesi sonucunda ödüle oyçokluğuyla İstanbul Teknik Üniversitesi, Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Müzik Teorisi Anabilim Dalı öğrencisi Gökçe Altınbay'ın "Dil"adlı öyküsü değer bulundu.
      Gökçe Altınbay'a ödülü, 11 Mayıs 2013'te Cumhuriyet Kültür Merkezinde düzenlenen coşkulu bir törenle sunuldu.


  Mustafa Sönmez, Işık Kansu, Gökçe Altınbay, Sevgi Özel

      Günay Güner’in, Gürhan Uçkan’ın “Gabriel” adlı öyküsünden bir bölüm okumasıyla başlayan törende Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel, Gürhan Uçkan’a ilişkin izlenimlerini, gençlerin ödüle ilgisi konusundaki düşüncelerini aktardı. İsveç ADD Başkanı Mustafa Sönmez, Gürhan Uçkan’la köklü dostluklarını, onunla özdeşleşen yalnızlık durumunu, yalnızlığının ve diğer özellikleri ile kişilik niteliklerinin yapıtlarına yansımalarını şiirlerinden örneklerle anlattı. Gazeteci-Yazar Işık Kansu ise içtenlik dolu konuşmasında Gürhan Uçkan’la dostluğunu anıların izleğinde sundu. Gökçe Altınbay yazınla, sanatla ilişkisinin boyutlarını anlattığı konuşmasında, seçici kurula gönül borcunu dile getirerek ödülünü annesine armağan ettiğini söyledi.
      Konuşmaların ardından Münevver Oğan ile Dr. Cihat Oğan’ın hazırladıkları Gürhan Uçkan belgeseli (saydam sunumu) izlendi; Nermin Küçükceylan, Gürhan Uçkan’dan şiirler okudu. Günay Güner’in bağlamasıyla seslendirdiği türkülere ödülü kazanan gencimizle birlikte konuklar da eşlik etti.
      Ödülü kazanan Sevgili Gökçe ile birlikte öykü yazan, dile ve yazına özenle yaklaşan bütün gençleri, başarılarının sürekli olması dileğiyle kutluyor; Gökçe'nin özgeçmişini ve ödülü kazanan öyküsünü aşağıda yayımlıyoruz.


  

GÖKÇE ALTINBAY
     1989 yılında Kırklareli'nde doğdu. Başarılı bir öğrenci olarak Kırklareli, Kütahya Tavşanlı, Kocaeli Gebze ve İstanbul'da okuduğu ilk ve ortaokullardan sonra Kartal Köy Hizmetleri Anadolu Lisesi ve Ümraniye Anadolu Lisesinde lise öğrenimini tamamladı. Yaşamı boyunca büyük bir tutkuyla edebiyat ve müzikle ilgilendi. Müzik üzerine eğitim almak üzere girdiği İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Müzik Teorisi Anabilim Dalında lisans eğitimini sürdürmektedir.

     Gelecekte düşlerini gerçekleştirebileceği mesleklerle ilgilenmeyi tasarlamaktadır; bunlar arasında spikerlik, seslendirme, öykü yazarlığı ve müzisyenlik bulunmaktadır. Okuma, yazma, müzikle uğraşmanın, kendisine yaşam amacını göstereceğine ve varlığını bütünleyeceğine inanmaktadır.


DİL

      "Konuş," dedi hâkim. "Konuşsana oğlum. Dilini mi yuttun? Kendini savunmayacak mısın? İyi, otur."
      Sanık sandalyesine oturan çocuk ellerine baktı: Neden konuşsundu ki? Zaten bütün bunlar başına konuştuğu için gelmemiş miydi?
      O geceyi düşünmeye başladı. Saat gece yarısını geçiyordu. Çocuk Koruma Merkezi'nden kaçıp ta Cihangir'e, eski günleri düşünmeye gelmişti. Cemal Babasını ve onun hamur kokan ellerini... Haftada bir kaçıp buraya gelir, merkez görevlileri de onu elleriyle koymuş gibi bulur ve zorla geri götürürlerdi tekrar.
      Neden anlamıyorlardı? Hayatında en sevdiği varlık, o büyük yangında bir gecede yok oluvermişti. Şimdi ona bir zamanlar güzel bir yaşamı olduğunu hatırlatan tek şey, Cemal Baba fırındaki işini bitirir bitirmez geldikleri bu parkla, yine ondan kalan kırmızı İsviçre çakısıydı.
      Denizin olduğu tarafa gidebildiği kadar gitti. Ayaklarının altında toprak kalmayıncaya kadar. Deniz havasını ciğerlerine doldurdu. Karşısında boğaz, sırtındaysa geçen yılların dehşet verici değişimi olduğu hâlde düşünmeye devam etti. Cemal Baba bir akşam aynı parkta, aynı manzarayı izlerken "Oğlum," demişti "al bakayım şunu."
      "Cemal Baba çakını bana mı veriyorsun?"
      "Tabii ya," demişti. "Sana verecek en değerli şeyim bu. Bana da babam vermişti. Sen de oğluna verirsin artık."
      Bir elinde çakı, öbür elinde poşetten çıkarttığı tombul bir ceviz vardı. Cevizin altını yüzüne doğru çevirip gözlerini hafifçe kısmış, aradığı noktayı görünce de çakıyı oraya bastırıp azıcık çevirmişti. "Çıt!" diye ikiye ayrılmıştı ceviz. "Önemli olan doğru yere batırmak. Bak, burasına batırırsan olmaz. Burasına batırırsan da çakı elinden kayar, elini kesersin. Hayatta da öyle. Doğru yere hamle yaparsan iyi bir yere gelirsin. Ama yanlış bir yerde ne kadar debelenip dursan da kâr etmez, ya boşa zaman harcarsın ya da hep bir şeyler kaybedersin. Koca adam oldun artık, on beş yaşındasın! Anlarsın bunları. Aslanım benim! Hah hah ha!" Merhametli kahkahası parkı çınlatıyordu.
      Bir dürtülmeyle kendine geldi.
      "Lan!"
      Kafasını çevirdi. "Lan, n’apıyon burda, it!" Parkın şarapçısıydı bu. Yine bela arıyordu anlaşılan. "Git başımdan," dedi çocuk. "Seninle uğraşacak halim yok bu gece."
      "Yok ya! Beyimize bak hele! Oğlum bana bak, bu süt çocuğu havaları bana sökmez. Buralara geleceksen Bekir Abinin gözünün içine bakacaksın! Dur bakayım lan, haa! Şu Ankaralı sarı orospunun piçisin sen. Babalığın geberdi gitti. O angut da ona aşıktı zaten. Belalısı geldi gebertti ananı. Aldı seni yanına, oooh! Aklı sıra bize yutturacak! Önce yeğenim dedi ama, yutmadık tabii. Yutar mıyız lan biz!"
      "Bana bak defol git dedim sana" diye bağırdı çocuk, öfkeyle. Sesinin derinlerinde saklamaya çalıştığı hüznünü anlayacak diye korktuğundan sesi ciğerlerini yırtacak gibi çıkmıştı.
      "Vay babam vay! Şimdi de külhanbeyi kesildi başımıza! Lan! Ne o öyle hanım evladı gibi defol-mefol? Ağzının içini doldura doldura küfür etsene, itin oğlu! Bak şöyle..."
      Gün görmemiş küfürleri çocuğun suratına savurmaya başladı. Düşündü çocuk:
      Bekir denen bu adam yedi sekiz yıldır buralarda yaşıyordu. Asalak gibi parka gelenlerden dilenir, kimi zaman gençleri rahatsız edip zorla para koparırdı. Eline geçen parayla da gider şarap alır, aldığı gibi de kafasına diker, ertesi günü yarı uyur yarı uyanık orda burda sürterek geçirirdi. Bu adam ölse, tek bir kişi bile özler miydi onu? "Oysa ben annesiz büyüdüm, gerçek babamı hiç tanımadım. Yaşasa belki beni gerçeğinden daha çok sevecek Cemal Babamsa ölüp gitti," dedi içinden. Gözleri, şarapçı Bekir'in gözlerine dimdik baktı. Oradan aşağılara indi, elindeki çakıyı gördü. "Sen değil, Cemal Babam yaşamalıydı!" Hiç düşünmeden bıçağı açıp, Bekir'in kalbine saplayıverdi. "Yandım laaaan!" Boş park sessizlikte inledi.
      Koşmaya başladı, buraları karış karış bilirdi. Sokağın köşesinde eski bir mandıra vardı. Oraya girip kokuşmuş tenekelerin arkasına saklandı. Mandıranın kırık camlarının önünde çalılar, çalıların altında da yeni doğmuş yavrularını emziren bir anne kedi vardı. "Beklemem gerek" diye düşündü. "Sadece beklemeliyim."
      Aradan üç dört saat geçmişti. Parktan geçen birkaç kişi Bekir'in cesedini görmüş, polisi aramıştı. Birkaç polis, parkın her tarafını aradılar. Bir şey bulamadılar. Tam çekip gideceklerini düşünürken bir tanesi sokağın berisinden terk edilmiş atölyeyi gördü. Çocuk, polisin "Ahmet, şu tarafa da bir bakalım" dediğini işitir gibi oldu... Nefesini tuttu. Büzülebildiği kadar büzüldü. Camın kenarındaki anne kedi ortadan yok olmuştu. Yavruların birbirlerine sokulup ısınmaya çalışmalarını izledi. Polisin ayak sesleri yaklaştı, yaklaştı, durdu. Uzun bir sessizlik oldu. "Burda bir şey yok!"
      Rahat bir nefes aldı. Az sonra gideceklerdi. O da Çocuk Koruma Merkezine döner, bir daha da uzun süre buralara gelmezdi. Kimse ondan şüphelenmezdi. O sırada kafasını hafifçe sağa çevirdiğinde, polisin camın kenarında bir sigara yakmak için durduğunu gördü. Fenerini pencerenin pervazına koymuştu. Sigarasından bir nefes çekerken uzanıp feneri aldı. Arkadan gelenlere seslendi: " Merkeze dönelim arkadaşlar!" Adımını atarken, ayağının yanı başında duran kedi yavrularından birkaçının üzerine bastığını görmemişti bile. Çocuk bir anda tutamadı kendini: "Ay!"
      Polis bir anda arkasını döndü. Sigara, fener, hepsini elinden fırlatıp silahını çekti ve bağırdı: "Kal orda! Kimsin sen? Kaldır ellerini!"
      Çocuk şaşkınlıkla titreye titreye ayağa kalktı. Hemen iki polis arkadan koşup geldi ve onu kıskıvrak yakaladılar. Polis arabasına bindirilen çocuk, Cihangir'deki parka son bir kez baktı.
      Arabada çocuğun yanındaki iki polis gevezelik ediyordu: "Oğlum çocuk ses çıkartmasa yakalayamazdık ha."
      "Harbiden ha, aferin lan, iyi saklanmışsın, hah hah! Adın ne senin?"
      Çocuk cevap vermedi. Kafasında yankılanan sesi dinliyordu sadece; polisin o cümlesini:
      "Ses çıkartmasa yakalayamazdık."

 

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter