AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
15. Adalet ve Demokrasi Haftasından

24-31 Ocak 2008'de düzenlenen 15. Adalet ve Demokrasi Haftasına, ÇYDD Ankara Şubesiyle birlikte 25 Ocak 2007'de düzenlediğimiz "Çağın Suçu" başlıklı açıkoturumla katıldık. Dernek başkanımız Sevgi Özel, Cumhuriyet Kadınları Derneği Genel BaşkanıŞenal Sarıhan ve Kanaltürk televizyonu yapımcılarından Merdan Yanardağ'ın konuşmacı olarak katıldığı açıkoturumu, ÇYDD Ankara Şubesi Başkanı Ülkü Günay yönetti.

Sevgi Özel'in, oturumda büyük ilgi gören konuşmasının metnini aşağıda yayımlıyoruz. 


ÇAĞIN SUÇU MU?

15. Adalet ve Demokrasi Haftasının ikinci gününde acımasızca öldürülen aydınları saygıyla anıyorum.

Adalet ve demokrasi haftalarında aydınlarımızı anıyor, acımızı ve onları hiç unutmayacağımızı anlatıyoruz. Çünkü düşünceleri için öldürülen aydınların düşüncelerini, eylemlerini gelecek kuşaklara aktarmak, onurlu cumhuriyet aydınları için namus borcudur. Bu nedenle, bugün hoşgörünüze sığınarak çuvaldızı ara ara kendimize batırmak istiyorum.

Ben düşündüğü, laik cumhuriyetin değerlerine sahip çıktığı için öldürülen aydınları Atatürk’le birlikte düşünürüm. Çünkü onlar gerçek birer Atatürkçü oldukları için öldürüldüler. Üzülerek söylüyorum, onlar bizim yerimize düşünüyor, bizim yerimize tepki veriyorlardı. Hepsi dilimiz olmuştu, sesimiz olmuştu. Büyük bir suç işliyorlardı; çünkü düşünmek her çağda, özellikle egemenlerin akıldan ve bilimden uzaklaştıkları dönemlerde bağışlanmaz bir suçtur. Ne yazık ki biz, onların bu suçuna yeterince ortak olamadık. Evet, onları çok sevdik, izledik, yazdıklarını okuduk, alkışladık. Onlar canları pahasına bizim adımıza savaşım verirken rahattık. Yine üzülerek söylüyorum; onlar karşılık beklemeden, bireysel çıkar peşinde olmadan verdikleri savaşıma ortak olmamızı bekliyorlardı. Bundan başka beklentileri yoktu. Bir Uğur Mumcu vardı; öldürülmekle tehdit ediliyordu; ama durmuyor, karanlık ilişkileri, ihanetleri, aymazlıkları bir bir çözüyordu. Niye öldürüldü?

Halka ait olan her şeyi yakıp yıkanlar, tüm zenginlikleri satanlar gerçek milliyetçiydi, gerçek yurtseverdi, gerçek Müslümandı da… Uğur Mumcu solcuydu, komünistti, inançsızdı öyle mi?

Gelin Mumcu’nun, 1970’lerdeki satırlarıyla soralım?

“İç ve dış sermaye çevrelerinin egemenliğini savunanlar, imam sarığını seçim sandıklarına sarıp siyaset meydanlarına çıkanlar, yabancı petrol şirketlerinin savunuculuğunu yapanlar” mı, üniversiteyi medreseye dönüştürmeye çalışanlar mı milliyetçi?

                   Mumcu’nun dediği gibi, “Millet düşmanlarının milliyetçi, Atatürk düşmanlarının Atatürkçü, halk düşmanlarının halkçı sayıldığı bir ülkede” her zaman, her koşulda “Ben ulusalcıyım” diyenler, emperyalizme uşaklık edenlerin gözünde suçludur. Hiçbirinin hoş görülme, bağışlanma şansı yoktur. Atatürkçüler, devrimciler her zaman, her koşulda suçludur! Ne yapıyor bu azılı suçlular, dertleri ne? Derdimiz ne?

                   Yurtsever olmak, insancıl olmak, akıldan, bilimden başka doğru tanımamak… İnançları sömürmemek… Çalmamak, halkın gözünün içine baka baka yalan söylememek… Çocuklarımızın düşlerini, umutlarını karartmamak…

                   Mumcu gibi söylersek, “Bu memleket, yabancı sermaye uşaklarının, din sömürücülerinin, siyaset demirbaşlarının değil; tüm Türk halkınındır. Milliyetçilik ise sömürücülerin değil, Mustafa Kemal devrimcilerinin bayrağıdır.”

                   Mustafa Kemal devrimcilerini dün olduğu gibi bugün de susturmak, etkisizleştirmek, yok etmek için alçakça kurgulanan kirli, karanlık oyunlar sürüyor. Örgütlenip, örgütlerimizle kenetlenip tepki verebiliyor muyuz?

                   Evet, en büyük suçumuz, Mustafa Kemal devrimcisi olmak, Mustafa Kemalce düşünmek; suçsa bu, bilerek isteyerek bu suçu işlemeyi sürdüreceğiz. Peki, bu durumda en büyük suçlu kim?  Ta seksen yıl önce “içeride ve dışarıda” düşmanlarımız olabileceğini söyleyen, “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde” olanlara karşı uyanık olun diyen Mustafa Kemal. Mustafa Kemal ne mi yapmış 84 yıl önce?

                   Çıkmış İstanbul’dan yola; sıyırmış omzundaki bütün sırmaları, yıldızları; düşmüş Anadolu yollarına… Varmış, bütün kalelerine girilen, bütün orduları dağıtılan, her köşesi işgal edilen yokluk ve yoksunluk içindeki halkın yanına… Buluşmuş halkla.

                   Mustafa Kemal’in halkla buluşmasını, sakın devletin bütün olanaklarını kullanarak seçim alanlarına gidenlerle, cami önlerinde gösteri yapanlarla karıştırmalım.

                   O, imparatorluğun sağladığı bütün sanları fırlatıp atarak, boynunda idam fermanıyla halkla buluştu. Düşünün, ne onda, ne halkta; hiç kimsede para pul yok, at araba yok, dayalı döşeli mekânlar yok… Ne var peki? Yurt sevgisi var, insan sevgisi var, emperyalizme kul köle olmama gücü var, yürek var, yürek… Aşağılık emperyalizmin, padişah yanlılarına elmaşekeri gibi sunduğu manda olmayı kabullenmeme, satılmama, kulluk etmeme bilinci var.

                   İşte çoktandır devleti yönetmeye istekli olanlarda bu bilinç yok, bu inat yok… Mustafa Kemal’inki gibi, Mumcularınki gibi yurt sevgisiyle çarpan bir yürek yok, kendi ülkesini, yurttaşını düşünüp kollayan özürsüz beyinler yok.

                   Düşünün bir kez, 90 yıl önce emperyalizm binmiş tepemize, manda olun diyor, bu elmaşekerini bir kısım aydınlar ve mabeyn basını hemen yalamaya başlıyor. Şimdiki gibi. Ama yurt sevgisinden, bağımsızlık aşkından başka hiçbir şeyi yokken kulluğu, mandacılığı reddeden Mustafa Kemal’e inanan halk, onun ya bağımsızlık ya ölüm diyen sesiyle şahlanıyor.          

                   İşte değerli dostlar, Mustafa Kemal’in en büyük suçu budur! Ulusal direnişin önderi olması suçtur! Onun başka suçları da var! Sen tut, ta Erzurum Kongresi sırasında savaştan sonra kurulacak devletin yönetim biçiminin cumhuriyet olacağını, eski yazının değişeceğini ve tesettürün kalkacağını söyle. Ancak o, ulusal direnişin nasıl biteceğini daha o günlerde biliyor; en yakın arkadaşları bile kuşkulu; ona yeterince güvenmiyorlar, önünü kesmeye çalışıyorlar. Şimdi çoğumuz yalnızlık duygusu içindeyiz, önümüzdeki engellerden ürküyoruz. Mustafa Kemal yalnızlığı ve engelleri nasıl aşmıştı, önümüzdeki böyle bir örnek varken, durmak niye?

Mustafa Kemal, ulusal direnişle temeli atılan, 1923’te yapısı tamamlanan Türkiye Cumhuriyeti’nin çatısına devrim bayrağını dikerek suçlarını katladı ve bizleri de bu suça ortak etti! Mustafa Kemal devrimcisiyken durmak niye, onun diktiği devrim bayrağı düşsün mü yere?

Hepimiz suçluyuz; siz de suçlusunuz; adalet ve demokrasi istedikleri için alçakça öldürülen onca aydın suçluydu; ama çoğumuz, Mumcuların, Üçokların, Aksoyların, Kışlalıların, Anterlerin, Hablemitoğullarının arkasından gözyaşı dökmenin ötesinde bu suçu, Atatürkçü olmanın sorumluluğunu yeterince paylaşamadık. Örgütlenmeyi, cemaatlere öğrettik ve sonrasını seyrettik.

                   İşte bugün yaşanan bütün sıkıntıların kaynağı budur! Emperyalizmin ve içerdeki işbirlikçilerinin karşısına tek yumruk olup dikilemedik, birkaç ekmeği, üç beş kuruşu örgütlü savaşım için bir araya getiremedik! Emperyalizme hadi ordan, biz bağımsız bir ülkeyiz, çek elini diyebilecek iktidarlar üretemedik! Dönekleri, liboşları dinlemeyi sürdürdük, sürdürüyoruz!

                   Bizi birbirimize düşüren salyalı emperyalizmin önünde bel kırmak mı halkçılık? Yüzde 47 ile değil, isterse 67 ile gelmiş olsun, kim yönetiyor bu ülkeyi; bu mudur ulusal devlete sahip çıkmak? Bireysel çıkara tapmak mıdır insanlık, yurttaşına sürekli aş iş bulmak yerine sadakaya alıştırmak mıdır iktidar olmak, inançları sömürmek midir Müslümanlık! 

                   Adalet ve demokrasi isteyen pek çok aydın, 1950’den bu yana akıp gelen olayları, oluşumları biliyor. Yinelemek gereksiz; bir ulus düşünün, tarih sahnesinden silinmek üzereyken bir bağımsızlık savaşı veriyor, arkasından bütün dünyayı şaşırtan devrimler yapıyor ve yaklaşık 60 yıl içinde kendi içinde ürettiği aymazlar, dönekler eliyle yaptıklarını bir bir yıkıyor.

                   Bir süre önce Ankara’dan çıktım yola, Menderes Airport’ta indim, Celal Bayar Üniversitesine gittim, Süleyman Demirel salonunda konuştum. Şaka gibi… Bugün yaşadığımız bunca yanlış, bu üç kişinin iktidar olduğu dönemlerde mayalandı. Atatürk’ün Başbakanı olan Celal Bayar, küçük Amerika olacağımızı muştulamıştı; yanılmış, küçük Amerika olmadık. Amerika deli mi, niye benzerini yaratsın, çünkü her küçük bir gün büyüyebilir. Küçük Amerika olmadık, Amerika’nın oyuncağı olduk. Kırıp büküp ütülediği oyuncağı olduk.

                   Uğur Mumcu, daha 25 yaşında gencecik bir hukukçuyken, 1960’ların sonunda yazdığı SATILMIŞLAR adlı yazısında ta o günden bugünü görüp her şeyi özetliyor:

“Evet, garip bir ülkedir Türkiye. Milli çıkarları savununlar komünist ve dinsiz, yabancı Hıristiyan şirketlerini savunanlar milliyetçi ve Müslüman. Her yurttaşın toprak sahibi olmasını isteyenler mülkiyet düşmanı, uçsuz bucaksız toprakları ağalara verenler mülkiyetçi. Yabancı şirketlere milyonlar kazandıranlar özel teşebbüsçü, milli sanayinin kurulmasını isteyenler özel teşebbüs düşmanı. Milli kahramanlar korkak, hain; Amerikan firması müttehitleri vatansever... Kötü paranın sağlam parayı kovması gibi, ‘sahneyi siyasette’ bu bezirgânlar at oynatıyor. Şimdi onların astığı astık kestiği kestik.”

Aradan geçen yaklaşık 40 yılda değişen ne? Öyleyse, Mumcu suçlu, adalet ve demokrasi istediği, Türk Devrimine sarıldığı için öldürülenlerin hepsi suçlu… En büyük suçlu Mustafa Kemal?

Ey Mustafa Kemal, ne vardı İngiliz ya da Amerikan mandasına boyun eğseydin; nemize gerekti cumhuriyet, halk egemenliği, bize mi kalmıştı laiklik, ne işimize yarayacaktı eğitim birliği ve öteki devrimler…

Yeterince sahip çıktık mı devrimlere; namussuzlar kadar cesur olabildik mi? Ah, gözünü sevdiğimin laikliği, her şey laikçilerin başının altından çıkıyor. Laikliği kim icat ettiyse boynu altında kalsın, en büyük suçu o işlemiş, bu suç bütün uygar ülkelere yayılmış, Mustafa Kemal de tutmuş bizi bu suça bulaştırmış… Bugünkü fotoğraf bu.

Cumhuriyetin kurumlarına, yasalara saygılıyım; ama cumhuriyetin saygın kurumlarının koltuğuna oturup da cumhuriyetin değerleriyle hesaplaşanlara saygı duymak zorunda değilim. Şimdi bu kişiler, çevrelerindeki aydın görüntülü aydınımsılarla birlikte laikliği, laik eğitimi, üniversiteyi, bağımsız yargıyı yok edip yaşamın bütün alanlarını ulemaya teslim etmeye çalışıyorlar.

Öyleyse, adalet ve demokrasi ve Türk Devrimi için canından olan aydınların acısıyla kavrulmak yetmez. Düşünce özgürlüğü kimsenin babasının malı değil, laik Türkiye’yi, Türk Devrimini savunana haddini bil diyenlere karşı, düşüncelerimizi her yerde, her koşulda yüksek sesle söyleyerek, yani Türk Devrimine sahip çıkma suçu işleyerek, siz yerinizi bilin demek zorundayız!

İşte söylüyorum, “Türban velev ki simgeyse, simgeler de suç olabilir! Kadının örtüsünü siyasal simge yapanlar, bunca yıllık devrim deneyimi olan bir ülkeyi karartarak tarih önünde suç işliyorsunuz,  yanlış yapıyorsunuz; ne yaptığınızı ve yerinizi bilin!”

Bu salonda bulunmanız, bizleri dinlemeniz de suç… Türk Devrimi doğrultusunda düşünmek de suç! Bu suçu işlemekten vazgeçmeyin!

Saygılarımla.


 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter