AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
MELTEM VURAL'LA "LAİKLİK VE KADIN" ÜZERİNE

      Her ayın son perşembesinde derneğimizde düzenlediğimiz "Dil-Ekin Söyleşileri"nin beşincisinde, 30 Aralık 2010'da, Yazar Meltem Vural konuğumuz oldu. Meltem Vural, yaşamının bir dönemini, Ayetullah Humeyni hareketinin hemen sonrasında İran’da geçirmiş; bu nedenle de İslamcı bir yönetimin özgürlükler, insan hakları, özellikle kadın haklarına karşı nasıl bir tehdit ve şiddet anlamına geldiğini görmüş bir aydın. Anılan dönemi anlattığı Şu Dağın Ardı İran adlı kitabını yazmayı da görev bilmiş.
      Meltem Vural, "Laiklik ve Kadın" başlıklı konuşmasında, büyük derslerle, tanıklıklarla dolu yaşamından, deneyimlerinden söz ederek, şunları söyledi:
 

  

      "Şöyle bir düşündüğümde, yaşamın bana cömert olduğunu görüyorum. Üç kıtada yaşadım. Değişik dil ve ekinlerle buluştum. Avrupa’daki uluslar dil ve ekinler konusunda çok duyarlılar, özenle sahip çıkıyorlar.
       Ağırlıklı olarak İran’ı anlatacağım. Bunu çok önemsiyorum. Otuz yıl önce bugünkü Türkiye’yi İran’da yaşamaya başladım. Ülkemdeki bu değişimi hiç beklemiyordum! Bizim Atatürk’ümüz, Cumhuriyetimiz var diyordum. Batı ülkelerinden döndüğümde ülkemin durumu beni çok kaygılandırdı. İranlı dostlarım, endişelerimi duyurmamı; oradaki yaşadıklarımızı Türkiye yaşamasın diye, Türk halkına anlatmamı istiyorlar.

"Şeriat" Sözcüğüyle Tanışma

      Birbirine âşık, memleketlerine âşık iki yurtseverin kızıyım. Babam Ordu’da Halkevi Başkanıydı. Annem kadın hakları için mücadele eden bir kadındır. Ordululara, yurtlarına hizmet ettiler; öğretmenlik yaptılar, felsefe, edebiyat öğrettiler.
      Altı yaşındaydım, evde ‘şeriat’ sözcüğünün kullanıldığını duydum. Evde kargaşa yarattı bu sözcük. Nedeni şuydu: Ordu’ya bir şeriatçı kadın gelip konuşma yapmış. Şeriatı övmüş. Annem bu kadınla ilgili olarak suç duyurusunda bulundu. Annem İstanbul’dan tehdit mektubu aldı, korkutulmaya çalışıldı. O dönemde Humeyni Bursa’daydı. Ulucami’de konuşmalar yapıyor, kitleyi etkilemeye çalışıyordu. Devletin müdahalesiyle Suriye’ye gitti.

İran'da Yaşayabilmek!

      İranlı eşimle, Ahmet’le tanışmama gelince... İran’ı Hayat ve Ses dergilerinin parıltılı bir dünya sunuşunun etkisiyle, masal ülkesi gibi algılıyordum. Babam evlenmeme kesin bir dille karşı çıktı. Babam ve annem aşka çok saygılı insanlardır. Fazla direnmediler. Babama ‘İran şu dağın ardı, uzak değil ki’, demiştim. Ahmet diş hekimliğinde okuyordu. 1978 yılında evlendik.
      İran’a gittiğimizde ülkemin durumu da iyi değildi. 12 Eylül darbesi yıllarıydı. Çalıştığım yerde tam bir askeri düzen başlamıştı. İran’a geldiğimde ise beterin beteri olduğunu gördüm. Komünistler bile Humeyni’ye destek verdiler. Hemen her yerin, doğan birçok bebeğin adı Azade’ydi.
      İlk dönemde başlar orada da bu kadar kapalı değildi. Bugün Türkiye’de olduğu gibi mahalle baskısı vardı. Yoksul bölgelerde, resmi olmayan silahlı öbekler, devrim muhafızları ortaya çıktı. (‘Devrim’ sözcüğü kendinden utanıyordur.) Aydın bölgelerde başımız açık olabiliyorduk. Yedi, sekiz ay sonra ayırdına varmadan kapanmak zorunda kaldık. Örtünmemenin can güvenliğimi ortadan kaldırdığını anladım. Tüm ülke bir anda kapandı. İlk dönemde yönetim, yapılan zulme sahip çıkmıyor görünüyordu. Ama ardından yasalar çıkardılar; kara çarşaf ve başın üzerine çember konulduktan sonra üzerinden çenenin, boynun defalarca sarılıp, toplu iğneyle tutturulduğu biçim zorunlu duruma getirildi. Ülkemizdeki bugünkü örtünme biçimi kesinlikle Humeyni’nin o dönemde zorunlu kıldığı biçimdir. O yüzden masum olmadığını biliyorum.
      Nefessiz kalıyordum. Ordu’da o çağdaş ailenin bana kazandırdıklarının değerini bilmiyormuşum meğer. Ayırdında değilmişim. Bunu anladım. İlkokulda okuduğumuz, okulun önünde toplanıp yinelediğimiz Atatürk ilkeleri ne denli önemliymiş! Bunun değerini tam anlamıyla başımı taşlara vura vura öğreniyordum. O karanlık sudan çıkmak için uğraşmaya, savaşmaya başladım. Baskıyı yalnızca kapatıldığımdan değil, Humeyni’nin, ağır ağır, uzun uzun kadını aşağılayan, böcekten daha aşağıda gördüğünü söylediği, Atatürk’e saldırdığı konuşmalarıyla da yaşadım. Humeyni hemen her gün halka konuşurdu. Aynı şeyi defalarca yinelerdi. ‘Ben Atatürk gibi Garpzede' değilim, derdi.

Kadına Baskı Her Yerde

      Kimi İranlı kadınlar, hareket sırasında Humeyni’yi desteklediklerinden ‘Utancımdan kızımın gözlerine bakamıyorum,’ diyorlardı. Irak savaşı, ulusal birlik propagandasıyla, İslamcı baskıya direnişi engelledi. Savaş iki şekilde rejimin işine yaradı. Rejim karşıtlarının direnişini engelledi, erteledi; onları savaşa sürmeye yaradı. Başta kadınlara olmak üzere, işkenceler dayanılmazdı. Bazı yerlerde oturanlardan, yanı başlarındaki yapıdan, duymaya katlanamadıkları çığlıklar yükseldiğini öğrenirdik. Bakire olanlara tecavüz edilirdi, bakireler cennete gider, cehenneme gitmelerini sağlamak için… Kadınlar ulaşabildikleri yakınlarından doğum kontrol hapı istiyorlardı. Anlatılır şey değil… Bir düşüncemi daha eklemeliyim. Kadınlara, kızlara bu vahşeti, şiddeti göstermek, anlatmak, onlar üzerinde bir korku imparatorluğu etkisi yaratarak, daha hızla kapanmalarına, yasaklara uymalarına da yol açabilir. İran’da böyle oldu.
      İngilizlerin dini kullanma stratejilerini mutlaka belirtmeliyim. Humeyni’nin gelişi için canla başla çalışmış, sonra rejim karşıtı olmuş bir kişi şunu söylemişti: Humeyni’nin, mollaların sakalını kazıyın, altından ‘Made in England’ çıkar. Bu kişi idam edildi. (Anımsamışken, Persepolis filmini mutlaka izlemenizi öneririm.)

Farsçayı Öğrenmek

      İran’daki Türkler Anadolu’daki Türklere kendilerini yakın duyumsamazlar. Fuzuli’nin, Mevlana’nın Anadolu’ya değil, kendilerine ait olduğunu söylerler. Çok gururludurlar. Pers İmparatorluğu’nu yüceltirler.
      Bir diplomat, ‘Türkiye’ye terliğinle düşersin’ demişti, öyle de oldu. Savaşımımı kazanabilmem için dili, Farsçayı öğrenmem gerekiyordu. Tabelaları, söylenenleri anlamıyordum. Yabancı bir ekinin içindeydim. İlk kuşanmam gereken dildi. Gayretimle kısa zamanda Farsçayı öğrendim. İranlı diplomat bile, Farsçayı bildiğim için bana yardım ettiğini söyledi.
      Farsçayı öğrenmemde en iyi kaynağım çocuklardı, onlardan yararlandım. Abecemizin değerini de bu süreçte daha iyi anladım. İranlı çocuklar ancak ilkokulu bitirdiklerinde gazete okuyabilecek duruma geliyorlardı. Osmanlıcadaki devşirme sözcüklerin hep yanlış ceplerde, yanlış yerlerde olduğunu gördüm. Örneğin ‘hasta’ Farsça, ‘hane’ de Farsça. Oysa Farsçada ‘hastane’ diye bir sözcük yok. Şu da söylenmeli ki Farsça tam bir yazın dili, sanat dili. İncelikli, ezgili… Çocuklar, Humeyni’den dolayı, televizyonun adını ‘sakallı pencere’ koydular. Dedim ya, tamamen başka bir dünyaydı.

İran'da Yaşananları Öğrenmek, Anlamak İçin

      İstanbul uçağına, her an, binemeyeceğim, geri döndürüleceğim korkusuyla bindim. İlginç bir rastlantı, yanıma üniversite öğretmenim oturdu. O da 1402’lik olup, üniversiteden uzaklaştırılmış. Görünümümle, örtünmüş durumumla öğretmenimden çok utandım.
      Şu Dağın Ardı İran’ı yazma kararımı kesinleştiren iki olay oldu. İlk olay, iki kapalı kadının Fatih Altaylı’nın izlencesinde, Humeyni’yi Atatürk’ten çok sevdiklerini, İngiliz işgali sürseydi daha mutlu olacaklarını söylemeleridir. İkincisi ise TBMM’den sakallı ve İslamcı giysili bir grubun çıkışını görmemdir.
      İran Kedilerini Kimse Tanımaz adlı film Cannes’da ödül aldı. Filmin yönetmeni, ‘Bu çocuklar ölümü göze alarak filmi çektiler; ben de çocuklarıma bir şey olacak diye duyduğum korkuyla yaşıyorum.’ dedi. Ben de Türkiye’deki aymaz kitleyi fiziksel olarak İran’a götürme olanağım bulunmadığından, İran’ı Türkiye’ye getirmek için Şu Dağın Ardı İran’ı yazdım. Ülkemdeki kapalı kadınlar için yazmadım. Onlar bir karanlığa doğru gidiyorlar. Belki gerçeği anlarlar diye, sözde aydınlar için yazdım."
      Meltem Vural,
akıcı diliyle yaptığı; dinleyicilerin sorularla, yorumlarla katkıda bulunduğu;  etkileyici, düşündürücü konuşmasını şu tümceyle bitirdi: ”Alıcı kuşların uçuşuna engel olamazsınız; ama onların başınıza yuva yapmasına engel olabilirsiniz.”


 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter