AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Kasım 2006
MUSTAFA KEMAL'İ ANLAMADAN ANMAK

             Çocukluğumuzun 10 Kasımlarını anımsayalım… Bir de şimdikileri; özellikle 1980’nin 12 Eylülünü izleyenleri, 2000’li yılların 10 Kasımlarını… Öncelikle yaşı 50’yi aşanları düşünerek böyle bir öneride bulunuyorum. Kafamızda nasıl bir Atatürk imgesi vardı? Şimdi gençlerin, dahası 1980’den sonra doğanların kafasında nasıl bir Atatürk fotoğrafı ya da imgesi var? Kendi çocuklarımızı, torunlarımızı bu gözle tanımaya çalışıyor muyuz? Onlara Atatürk’e, bağımsızlık savaşına ilişkin olarak neler anlatıldığını, neler öğretildiğini biliyor muyuz?

            Kendi kuşağımın çocukluğunu, yeniyetmeliğini anımsıyorum; cumhuriyetin ilkeli, dik duruşlu öğretmenlerin elinde biçimleniyorduk. Oysa 1950’den sonra Türk Devriminin anlamını değiştirmek, içini boşaltmak isteyen kadrolarca Mustafa Kemal “tabu”laştırılmaya başlanmıştı. O yıllarda televizyon yoktu; 10 Kasımlarda radyolar çoğumuza çok yabancı olan müzikleri çalar; yas havası içinde Atatürk’ün yaşamı anlatılır; okullarda, alanlarda koyu renk giysili, kaşları çatık, yüzleri asık yetkililer, “Atatürkkkk…milli mücadeleee…yurdu kurtaran kahramannnn...büyük bir dehaaa…” gibi sözcüklerin yer aldığı sözler, söylevlerle günü bitirirlerdi.

            Epeydir  değişen bir şey yok diye düşünürken Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in sözleri, bu yıl da içimize su serpti. Birkaç kurumun daha uyarıcı iletilerini duyduk; ama etkili yetkili bildiklerimizin yine içi boş, ikiyüzlü söylevleri, iletileri birbirini izledi.

            Bir bütün olan Türk Devrimi ve aşamaları, bunların önemi, niçin yapıldığı oldum bittim, bir kesim tarafından es geçilir; ama kalıplaşmış bir tümce ağızdan ağza aktarılır durur:

            “Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyet seviyesineee…”

            Bu anlatım, Türk Devriminin anlamını bilen bilmeyen, öğrenmemekte direnen, bilip de çarpıtmayı görev sayanlarca, kuşkusuz bundan sonra da yinelenecektir. Atatürk’ün ölümünden sonra, onun işaret ettiği yönü gösteren parmaklar fırıldak işlevi yüklenmiş gibidir. “Muasır medeniyet” nedir, neresidir; nasıl girilir, nasıl çıkılır? Şaşırtmaca vermek için bu yıl da parmaklar yine her yöne çevrilmiş, gerçek yön, gerçek “niyet” yine saptırılmıştır.

            Ne yapmıştır Atatürk? Karşıdevrimci anlayış ve bu anlayışı besleyen sözde aydınlar, sözde bilimciler, sözde yazarlar, niçin onun yaptıklarını sindirme güçlüğü çekmektedir?

            Devlet kurumlarının kimisinde hâlâ Türkçenin yenileşerek geliştirilmesi demek olan Dil Devrimine tepki açıkça sergilenmektedir. Devrim karşıtlarının son zamanlarda dillerinden düşürmediği “ifade özgürlüğü” tek bir yönü göstermektedir. Oysa “ifade özgürlüğü”nün temel direği, Mustafa Kemal’in “manevi mirası olan akıl ve bilim”dir. Ne yazık ki bizim akılları tatile çıkaran sözde aydınlarımız, “Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyet seviyesine” ulaşmak için bilimin ve sanatın verilerine yaslanmayı değil, bireysel olan inancı baskın kılmayı “marifet” saymaktadırlar. Çünkü bu kişi ve kurumların çoğu için “Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyet seviyesine” ulaşma yolu dönemseldir. Şimdi kazançlı, yararlı, geçerli olan yol budur; ussal, bilimsel, sanatsal olan para etmemektedir. “Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz” diyen atalarımızı haklı çıkaran bir dönemden geçtiğimiz açıktır.

            Biz, “Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyet seviyesine” ulaşmak için Atatürk’ü anlamadan anmayı gösteriye dönüştürenlerin Atatürkçü olduğuna asla inanmıyoruz. Yine soruyoruz: Ne yapmıştır Atatürk? En büyük suçu hilafetle saltanatı kaldırmak mıdır? Yazı ve Dil Devrimleri midir? Kıyafetin, ölçü ve takvimin çağdaş değerlere uydurulması mıdır? Laik cumhuriyeti kurması, öğretim birliğini sağlaması, kadınlara seçme seçilme hakkı tanıması mıdır? Emperyalizme topluiğne başı kadar ödün vermemesi midir? Kanlı bir savaşın ardından bağımsızlığına sahip çıkan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının başını dik tutacak bütün bu devrimleri yaşama geçirmesi midir? Cumhuriyeti Türk gençliğine emanet ederek aymazlık içinde olanlara karşı uyanık olması öğüdünü vermesi midir?

            Onun ne denli uzak görüşlü, ne denli bilinçli olduğunun kanıtı, ta 1927’de Türk gençliğine seslenmesidir.

            Atatürk’ün cumhuriyeti emanet ettiği gençlerden 1980 sonrası doğanlar arasında, “Ulu önderimiz de olsa her konuda Atatürk’e sarılmanın”, yaşayan bir varlık olan dili, çoktan ölmüş olan biriyle (Atatürk’le) özdeşleştirmenin yanlış olduğunu düşünenler çıkabiliyor. Kimi gençler Atatürk’ün devrimleri yapmakta acele ettiğini, halka sormadığını, 83 yıl geçmiş olsa da kimi devrimlerin yeniden sorgulanması ve halka sorulması gerektiğini söyleyebiliyorlar. Liseli gençler, Dil Devriminin geçmişle bağımızı kopardığını, Atatürk’ün 1936’dan sonra Güneş Dil Kuramını ortaya atarak dilde devrimden vazgeçtiğini savunabiliyorlar.

            Bu düşünceleri savunan gençlerin hepsinin tek kaynağı var; öğretmenleri. Gençlerin öğretmenlerine güvenmesi doğrudur; ama güvendikleri hangi öğretmendir? Otur denilince oturan, kalk denilince kalkan, önüne konan yanlışlı kitaplara, eskimiş dizgelere hiçbir tepki vermeyen, dahası bir yerlere hoş görünmek için olmadık saçmalığını kabullenmiş görünen kişiler… 28 Ekim-5 Kasım 2006 günlerinde yapılan TÜYAP, 25. İstanbul Kitap Fuarında yüz yüze geldiğimiz “genç” öğretmenlerden kimisinin söz ve davranışlarını düşünmek bile canımızı yakıyor.

            Burada, Türk Devrimine inanan, sürekli kendini yenileyen, bilimsel bilgiden ödün vermeyen, doğruyu arayan, bunun için okuyan, çabalayan gençleri ve tüm öğretmenleri eleştirimizin dışında tutarak (ki sayıları hiç de az değil), kulaktan dolma bilgilerle sınıfa giren, “cahil ataklığı” ile öğrencilerinin yanında Atatürk’ün hiç yapmadığı, hiç söylemediği şeylerden söz edebilen öğretmenler için ancak üzüldüğümüzü belirtmek istiyoruz. Çünkü 1950’den sonra aşama aşama, 1980’den sonra da paldır küldür içi boşaltılan eğitim sistemi ne yazık ki başarılı olmuştur. Ne dersek diyelim karşıdevrimin çabalarını küçümseyemeyiz.

            Kendini “Atatürk’ün Türk Dil Kurumu” olarak tanıtan bir devlet kurumu, her fırsatta Atatürk’ün 1936’da Güneş Dil Kuramını ortaya atarak dilde devrimden caydığını söyler ve yazarsa; ölçünlü dil ve yazım birliğini bozarsa; genel dilin sözlüğünü dinsel kavramlarla doldurur, ulusal kavramları es geçerse; özleştirmeyi “tasfiyecilik” diye tanımlarsa; MEB’nin başındaki kişiler Dil Devrimine inanmaz, 1983 öncesindeki TDK’ye ilişkin doğru olmayan bilgilerle toplum önüne çıkıp Söylev’in Türkçeleştirilmesini saygısızlık sayarlarsa ve bütün bu yanlışlar, yanılgılar eğitim kurumlarına MEB eliyle dayatılırsa, Atatürk’ü anlamadan sınıflara giren genç öğretmenler gençleri nasıl yetiştirir, nasıl bilgiyle donatır?

            Atatürk’ün ne yaptığını anlamayanlar, ne yapmak istediğini düşünmeyenler, anlamamakta, düşünmemekte direnenler, “Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyet seviyesine” ulaşma yollarına her gün yeniden dikenli tel döşemektedirler. Eğer Atatürk’e ve yaptıklarına önyargısız düşünce ve eylemlerle bakmayı başarırsak, birilerinin dikenli telle çevirdikleri alana kendilerini tutsak ettiklerini de görürüz. Onları bu kuşatılmışlıktan kurtaracak olan da yine Atatürk’ün düşünce ve eylemlerine, yani bir bütün olan Türk Devrimine inanmaktır.

SEVGİ ÖZEL
 

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter