AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Şubat-Mart 2008
KAVRAMLAR KARARTILARAK YAŞAMIN İÇİ BOŞALTILIYOR

             Basın yayının sık sık kullandığı “sıcak gündem” tamlamasındaki “sıcak” sözcüğü, ne sıcak günler, ne sıcak ilişkiler yaşadığımız anlamı içeriyor. Evet, olayların, tartışmaların “tek bir” konuda çok yoğunlaştığı 2008 başında, gündemin çok ısındığı söylenebilir belki; ama duyup gördüklerimiz, tanık olup tartıştıklarımız ne içimizi ısıtıyor, ne ülkemizi… Hayır; biz burada ağırlıklı olarak bütün ülkeyi sarsan, şimdiden bölünmelere yol açan “türban”ı tartışma konusu yapmayacağız; çünkü “türban” aslında bu denli çok tartışılması, bu denli önemsenmesi gereken bir nesne değil. Ülkenin, politikacıların, üniversitenin, ağzı laf yapan ya da yapmayanların “tek” konusu olacak önemde hiç değil. Biz böyle düşünüyoruz da… Düşünmek yetmiyor.

            Bugünlerde “türban”la birlikte dillerden düşmeyen iki sözcük daha var; biri özgürlük, öteki yasak. Birinin olduğu yerde ötekinin barınması olanaksız iki kavram. İlki, ötekinin bizi tutsak etmemesi için hava gibi, su gibi, ekmek gibi, sevda gibi… Yaşamsal başka şeyler gibi olmazsa olmazımız.

            Özgürlük, Dil Devrimiyle kazandığımız en görkemli sözcüklerden biridir. Başlangıçta, kimi çevrelerce pek sevilmemiş, dahası yasak sözcük dizinlerinden göz kırpmıştır. Düşünebiliyor musunuz; özgürlük gibi ışıl ışıl bir sözcük, pek “milliyetçi muhafazakârlar”ca “hürriyet”i yok ediyor diye itilip kakılmıştır. Şimdi aynı çevreler özgürlüğü dilinden düşürmüyor.

            Ne yaparsınız; dilin kemiği yok…

Dil kemiksizdir; ama insanın dik durmasını sağlayan omurgası vardır. Dik duruşlu insan akılcıdır; bilgiyle beslenerek omurgasızlardan ayrılır. Ne ki insanın da omurgasızına rastlanır; böyleleri kaypaktır, fırsatçıdır. Bilgisi kulaktan dolmadır; belletilen pencereden dünyaya bakar, herkesin aynı şeyleri görmesini ister. Farklı düşünceler onu rahatsız eder; yalanı, yanlışı savunmak için inancı, köken ayrılıklarını, cinsiyeti, yoksulluğu, usumuza gelebilecek her şeyi kullanır. Kurnazdır; dumanlı havada palazlandığı için de elinden geldiğince havayı bulandırmaya bakar.

Omurgasızları kötü eğitim sistemi çoğaltır. Bunlar, “Devletliye dokun geç, fukaradan sakın geç” mantığıyla yoğrulduğu için her zaman varsılı sever, işleri düştükçe yoksuldan makas alırlar. Atalarımız, “Devletli ile deli bildiğini işler” diyerek böylelerinin güç sahibi olduğunda kimseyi dinlemeyeceğini, her fırsatı kendi çıkarı için kullanacağını işaret etmiştir. Hepsi pişkindir; dilleri uzundur; yanlışı, yanlış anlaşılmakla, yalanı saldırmakla savuşturmaya çalışırlar. İşi şakaya, deliliğe, kavgaya dökerek zaman kazanır, yapay gündemlerle herkesi uyuturlar. Yanlışlar özgürlük diye savunulur. Buzlaşan gündeme sıcak havası verilir. Sıcak olan, yakıcı olan tek şey vardır böyle durumlarda; halkın gittikçe aydınlanmadan, aydınlıktan uzaklaşması…

Atatürk’ün Türk Devrimi, işte bu nedenle çok önemlidir. Laik eğitimle dik duruşlu, doğru anlayan ve anlaşılan, omurgalı bir ulus olmamız için aydınlanma yolunu açmıştır. Tek sözcükle “aydınlanma” olarak tanımlayacağımız Türk Devrimi; kadın erkek birlikte yürümemizi, kurnazlıkla değil, bilimsel sanatsal verilerle aklımıza, bedenimize, ülkemize, ulusal değerlerimize sahip çıkarak, ulusal değerleri evrensel bilgiyle harmanlayarak “çağdaş” dünya ile yarışmamızı amaçlamıştır. Ne ki Atatürk’ün “muasır medeniyet seviyesine yükselme” yönlendirmesi, çoktandır başta siyaset sahnesi olmak üzere birtakım alanlarda karanlık düşünce ve eylemleri saklayan perde olarak kullanılmaktadır.

Aydınlamanın önüne dipsiz kuyular kazanların sıklıkla “muasır medeniyet”ten söz etmesini hafife alamayız. “Muasır medeniyet”in “mu”sundan pay alamayanların, “muasır medeniyet”i hedef göstermesi aldatmacadır; kadının örtüsünü, gencin deneyimsizliğini, eğitimsizliği ve yoksulluğu kullanarak toplumun yüzünü öte dünyaya çevirme girişimlerini saklamaktır. Bu kandırmacanın Atatürkçü aydınlanmayla uzak yakın ilişkisi yoktur, olsa olsa “cahil ataklığı”dır. Çünkü günümüzün siyaset anlayışı ve uygulamaları, “muasır medeniyet”i salt mal mülk zenginliğiyle, çıkarla özdeşleştirmekte; beyni ve karnı aç bırakılan halkın zenginleşenleri izlemesi, onların her sözüne kafa sallaması beklenmektedir. Hak, hukuk güveni ve paylaşımının olmadığı, adaletin bile dış destekli egemenlere göre ayarlandığı bir sürece itilmiş bulunuyoruz. Cumhuriyetle hesaplaşanlar, devrim kazanımlarını budamak için dile getirdikleri her şeyi hızla ele getirmektedirler. İnanca göre tavır almanın, giyinip kuşanmanın birtakım aydınımsılarca özgürlük olarak nitelenmesiyse olsa olsa ihanettir, aymazlıktır.

Atatürk “muasır medeniyet” derken, “batının sömürgesi” ya da “oyuncağı” değil, eşiti olmamızı istemiştir. Dün “muasır medeniyet’tin üretimini, örneğin televizyonu bile “gâvur icadı” sayanlar, bugün “batıl batı”nın bütün olanaklarını “gâvurca”  kullanarak halkı dibi görünmeyen, karanlık sulardan geçirmek için her yola başvurmaktadırlar.

Yaşamın akışı içinde yasaklar da bulunur; kimi yasaklar toplumsal yaşamın sağlıklı olması için zorunluluktan doğmuştur. Örneğin bir tapınma yerine örtünerek girilir; bir okula da “muasır medeniyet”ten geri kalınmayacak kılıklarla… İnanç bireyseldir; bilgi evrensel… İşte Türk Devriminin amacı budur; bireysel ve toplumsal sorumluluklarımızı ayırt etme deneyimi kazanmamızı sağlamak… Özgürlüğü sözcük olmaktan öteye taşımak… Özgürlük, içselleştirilir, doğru kullanılırsa yasaklar da içselleştirilir ve insan tüm yasaklardan arınır. Yasaklar, yasal olanlarla karıştırılmaz. Bireyler hukukun üstünlüğüne inanarak adalet ve demokrasinin herkes için olduğu bilinciyle özgürleşir. O zaman inancını da düşüncesini de bedenini de kendisi korur ve savunur.

Bir toplumda bir şeyler ters gidiyorsa, zaman zaman ışık köreliyorsa kavramlar da kararmaya başlar. Örneğin siyasal ve ekonomik bağımsızlık sallantıdaysa, kavramlar yalnızca kararmaz, yalanlarla kavrulup kurur. O zaman özgürlük de yasak da yalnızca birer sözcük olarak kalır; dahası yasak, özgürlüğü bastırır.

2008 başında birçok kavramın karartıldığına, sözcüklerin anlamsızlaştığına tanık olduk; hem sıkıntı hem acı verici bir durumdur bu. Kimi bilimcilerin, yazarların, gazetecilerin, örtünmeyi özgürlük diye savunurken, kendileri gibi düşünmeyenleri “cumhuriyetçiler, laikçiler, laikler, devrimciler…” gibi sözcüklere küçümseme, aşağılama anlamı katması, üstü kapalı ya da açık Atatürk’ü suçlaması daha da acıdır. Özellikle kimi kadınların, bir türlü sindiremedikleri Türk Devriminin kazanımlarıyla ortaya çıkıp da bülbül kesildiklerinin ayrımında olmamaları acının ötesindedir; körlüktür aynı zamanda. Özellikle kadınlar bugün, başındaki örtüden daha çok Türk Devrimine sarılmalı, Türk Devrimini örtünmelidir. Bugün kadına örtüsünü çenesinin şurasında burasında bağlama “tarifi” verenler, yarın kadının ağzını, gözünü kapatma yöntemi de yaratırlar.

Biz, Türkçenin bu denli acımasızca hırpalandığına hiç tanık olmadık; görülen o ki güzel dilimizin çilesi bitmeyecek. Türkçe sözcüklerin içinin boşaltılarak, karartılarak ikiyüzlüce kullanımı, yıllardır yakındığımız İngilizcenin saldırısından, tabela kirlenmesinden daha tehlikelidir. Türkçeyi acımasızca, domuzuna kendi çıkarı için kullananların da bunlar umurunda değil zaten. Akıllarına estiği gibi konuşan ve ölçüsüzce davrananlar (yazık ki böyleleri aydınımsılardan da destek alıyor), aydınlanma damarları karartılan bütün topluma büyük bedeller ödetecek dev dalgalara doğru koşuyorlar.

İnancımız, dünya görüşümüz, kökenimiz ne olursa olsun hepimizi kurtaracak olan, laik eğitimle yeniden sarılacağımız Türk Devrimidir. Ağzımızdan çıkanı kulağımız duyarak konuşmalı, sazan gibi her akıntıya atlamamalıyız. Cumhuriyetin değerlerini, 84 yılda neler kazanıp neleri yitirdiğimizi akıllıca gözden geçirirsek, bir bütün olan Türk Devrimi, aklımıza olduğu gibi, kılık kıyafetimize de yeniden aydınlanmanın ışığını yansıtacaktır.

Evet, dilin kemiği yoktur; ama biz insanız ve omurgamız var. Omurgalı olduğumuz bilinciyle dik durmaktan caymacağız. Özgürlük, salt dilimizde kalmayacak; söz olmaktan çıkacak! Çıkmalı… 2008 baharına yürürken tek istediğimiz bu…

SEVGİ ÖZEL

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter