AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Nisan 2009
ULUSAL EGEMENLİK VE DİL DERNEĞİ
DİL DERNEĞİ 22 YAŞINDA

“Sayın baylar, sizi günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe mal olmuş bir çağın öy­küsüdür. Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dik­kat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım.

Baylar, bu söylevimle ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir dev­leti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yur­dun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.

Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum.

Ey Türk gençliği!

Birinci görevin, Türk bağımsızlığı­nı, Türk cumhuriyetini, sonsuzluğa dek korumak ve savunmaktır.

Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu te­mel, senin en değerli hazinendir. Gelecekte de seni bu hazineden yoksun etmek isteyecek yurtiçi ve yurtdışı düşmanların olacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve cumhu­riyeti savunmak zorunda kalırsan, göreve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanaklar ve koşullar çok elveriş­siz bir durumda belirebilir. Bağımsızlığına ve cumhuriye­tine göz koyacak düşmanlar, bütün dünyada benzeri gö­rülmedik bir zaferin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile kutsal yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün tersanele­rine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her kö­şesi açıkça işgal edilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak üzere, yurtiçinde iktidara sahip olanlar, aymazlık ve sapkınlık ve hatta hainlik için­de bulunabilirler. Dahası bu iktidar sahipleri, kişisel çı­karlarını istilacıların siyasal emelleriyle birleştirebilirler. Ulus yoksulluk ve sıkıntı içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir.

Ey Türk geleceğinin evladı! İşte bu durumlar ve ko­şullar içinde bile görevin, Türk bağımsızlığını ve cumhu­riyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarların­daki asil kanda mevcuttur!

*

Laik cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin kuruluş öyküsü olan Söylev’ini böyle bitirmişti.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Söylev (Nutuk) adıyla ta­nınan büyük yapıtı, bilindiği gibi kurucusu olduğu Cumhuriyet Halk Partisinin 1927’deki büyük kurultayında yaptığı konuşmanın metnidir. Atatürk’ün kendi deyimiyle dokuz yıllık bir döne­min tarihçesidir. Atatürk Söylev’de, “Ulusal varlı­ğı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu” anlatmıştır. Bunun dışında Söylev, ulusa bir hesap verme niteliği de taşıdığından Atatürk, kendisine ya da giriştiği devrime yönelik eleştirilere, suçlamalara da yanıt verme gereği duymuştur.

Ne yazık ki aradan geçen bunca yılda ne Atatürk’ün Söylev’ini yeterince anlayabildik, ne onun “yurtta barış, dünyada barış” ilkesinin özünü kavrayabildik, ne “manevi mirası akıl ve bilim”i kendi aklımızla kullanabildik. Yayılmacılara karşı yokluklar içindeki bir ulusun direnişini örgütleyen, yüzyıllarca yoksul ve bilgisiz bırakılan bir halkın Kurtuluş Savaşını utkuyla bitirmesini sağlayan Atatürk,  hiçbir zorunluluğu yokken ulusuna hesap verme, yapılanları bir bir anlatma gereksinimi duymuştu. Onun ölümünden, özellikle 1950’den sonra bırakın ulusa hesap vermeyi, ulusu hiç mi hiç düşünmeyen kadrolar etkili ve yetkili konumlara geçince Atatürk’ün devrimleriyle hesaplaşmaya giriştiler. Hem de nerede?

Atatürk’ün 23 Nisan 1920’de kurulmasına öncülük ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisinde, gün geldi onun devrimlerinin içi boşaltıldı, gün geldi kalıtı çiğnendi. Oysa Atatürk, savaşın en zorlu günlerinde kurulan TBMM’nin, kuruluş gününü çocuklara bayram olarak armağan etmişti. Çünkü TBMM’nin kurulması, “ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını” kazanma yolunda attığı en büyük adımdı. TBMM, ulusal egemenliğin simgesiydi!

Bütün ordusu dağıtılan, bütün toprakları işgal edilen, ölümle zulümle kuşatılan bir ulusun, TBMM çatısı altında toplanması, her açıdan güçlü olan yayılmacıları şaşkına çevirmişti. TBMM, Kurtuluş Savaşının ardından yapılan görkemli Türk Devrimiyle de bütün dünyaya, özellikle sömürülen uluslara, koşullar ne olursa olsun nelerin, nasıl başarılabileceğini göstermişti.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yalnız yayılmacılara karşı değil, yayılmacıya çanak tutanlara karşı da verdiği bağımsızlık savaşıyla “kul”luktan kurtulan yurttaşları, bütün kadın ve erkekler, yenileşen kılık kıyafeti, ölçüsü, tartısı, takvimi, yazısı ve diliyle, özgürce düşüncesini yansıtacak, her alandaki seçme ve seçilme hakkıyla çağdaş dünyayla yarışacaktı. İnsanlığın büyük acılar çekerek ulaştığı ve evrenselleşen bütün ortak değerlerden yararlanacak, ulusal sınırlar içinde bütün ulusal değerlerini evrensel bilgiyle harmanlayarak aydınlanma yolunda dimdik yürüyecekti.

Olmadı.

Atatürk yaşarken önünde takla atanlar, devrimlerin nasıl yapıldığına tanıklık edenler, bu tanıklığı yok saydılar; kötüye kullandılar. En küçük bir utanma, çekinme belirtisi göstermeden TBMM’de “Arabın medeniyeti benim medeniyetimdir” diyerek, Türk Devriminin kazanımlarını yok edecek hesaplaşmak için kapıyı açtılar. Laik eğitim daha ilk meyvelerini verirken, bu meyveleri dalında kurutmak için olmadık çabalar içine girdiler. Sonra devrimin ağaçlarını bütünüyle kurutmak için devrim coşkumuza, ulusal bilincimize, aşımıza, suyumuza zehir kattılar.

Karşıdevrim yolunda verdikleri savaşıma 12 Eylül 1980’de noktalı virgül koydular; şimdi nokta koymak için akıl almaz bir savaşım veriyorlar; hem de kendi bindikleri dalı kestiklerinin de ayrımında olmadan...

Bugün hepimizin ilk düşünmesi gereken konu ya da sorun, ulusal egemenliğimize verilen eciş bücüş biçimdir. Ulusal egemenliği yok sayarak, inanç ve köken ayrılıklarını körükleyerek kişisel ya da kurumsal çıkar sağlayanlar, Atatürk Türkiyesinin kuruluş felsefesinin tek harfinden bile habersiz olan, bilgisizliğini koltuk gücüyle kapatmaya çalışan; ancak eğitim ve yaşama olanakları iyice kötüleyen halkı açıkça kandırmaktadırlar.

Halkı kandırırken, “yok”u “var” göstermeye çalışırken, bir yandan Türk Devriminin bütün olanaklarını kullanmakta, bir yandan da devrimle hesaplaşmaktadırlar. 1983’te kapatılan Türk Tarih ve Türk Dil Kurumları, Türk Devrimiyle hesaplaşmanın en somut örnekleridir.

Atatürk’ün özerk ve özgürce çalışacak birer dernek olarak kurduğu, sonsuza dek yaşamaları için kalıtından pay ayırdığı bu iki kurum (özellikle Türk Dil Kurumu), karşıdevrime kafa tutabilen, Atatürk’ün kalıtına onurluca, dürüstçe sahip çıkabilen iki tüzelkişilikti.

Bu iki kurumla hesaplaşırken, gerçekte Atatürk’le hesaplaşıyorlardı. Türk Dil Kurumu, Türk İslam sentezinin dil-düşünce ayağını işlevsiz bırakıyordu. Halk, yeniden olay, oluşum ve olguları anlayamaz duruma getirilmeli, aydınların en etkin silahı olan kalemleri Türkçe yazmamalı, ağızları Türkçe söylememeli; yalanlar, akıldışı uygulamalar anlaşılmamalıydı. Bu halk yüzyıllarca böyle uyutulmamış mıydı? Üstelik bunu yapanlar “milliyetçi”, ulusun ortak diline emek verenler “uydurukçu, komünist”ti.

Şimdi yeni bir oyunla karşı karşıyayız; ulus, ulusal, ulusçuluk, ulusallık… gibi kavramlar, bilgisiz politikacının koltuk değneği konumundaki sözde “münevver”ler tarafından sözcük olmaktan çıkarılıp silaha dönüştürülüyor. Ulusalcılar, aynı zamanda laikçi sayılıyor ve etkisiz kılınmak için bir bir toplanıyorlar.

*

Biz, 22 yıl önce Dil Derneği’ni kurarken de birtakım akıl ve hukukla bağdaşmayan uygulamalarla karşılaşmış ama bugün tanık olduğumuz yanlışları aklımızın ucundan geçirmemiştik. Hukukun üstünlüğüne inanıyor; Atatürk kurumlarını, üniversiteleri yok eden 1982 Anayasasının antidemokratik maddelerinin, aklın ve hukukun üstünlüğüne yenileceğini düşünüyorduk.

Atatürk kurumları kapatılalı çeyrek yüzyıl oldu; kurumları kapatan karşıdevrim, ölçünlü dili bozarak; ortak (resmi) dil tartışmalarını köken ayrılıklarıyla körükleyerek dörtnala ilerliyor. Atatürk’ün kurduğu ve kalıtını “emanet” ettiği bir parti ise, olup bitenleri, yanlış adımları “açılım” diye göstererek, açılmayla kapanmayı karıştırarak izliyor.

Atatürk’ün kurumu olduğunu sanan Türk Dil Kurumu, ortak (resmi) dile ilişkin olarak ağzını açamıyor; tersine dili bozma çabalarını “şov”a dönüştürüyor ya da susuyor. Bir başka deyişle kendisine biçilen görevi “üstün” başarıyla yerine getirmenin esrikliğiyle Atatürk’ün kalıtını harcıyor.

Eğitim dili, bilim dili hızla İngilizceleşiyor; Milli Eğitim Bakanlığı bilip de bilmezden gelmeyi sürdürerek ulusal eğitim anlayışından uzaklaşıyor. İngilizcenin, doğallıkla bu dilin egemenlerinin “küreselleşme” masallarını eğitim kurumlarında yaygınlaştırıyor.

“Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak üzere” ulusal egemenlik, bağımsızlık anlayışımız ve kurumlarımız bir yara yara alırken Dil Derneği, bir avuç aydınlanmacının çabasıyla ayakta durmaya çalışıyor. İşte “Ulus yoksulluk ve sıkıntı içinde harap ve bitkin düşmüş” durumda değil mi; işsizlik aşsızlık almış başını giderken, halk acımasızca kandırılırken, inancı ve köken ayrılıkları kullanılırken öteki değerlerimiz kalır mı; yayılmacı fırsat bulmuşken böyle bir ortamda ortak dil bırakır mı? Ne dil ne kültür… Ne yeraltı ve üstü zenginliği… Hiçbir şey bırakmaz.

Ortak dil kalırsa, ortak düşünce doğabilir; ortak düşünce ortak dirence dönüşebilir...

İşte Dil Derneği, ülkemiz ve dilimiz, egemenliğimiz ve bağımsızlığımız su alırken ortak dilimiz Türkçe için 22 yıldır susmuyor. Atatürk’ün başlattığı Dil Devrimi, ortak dille ortak düşünce üretmemiz için yapılmıştı. Ortak dile saygı, ülkemizde konuşulan bütün dilleri saygıyı gerektirir; Türkçe ve öteki dillerle yapılan her üretim, özgürce yaratılan her düşünce, dünya görüşümüz, inanç ve köken ayrılıklarımızı derinleştirmeye değil, ortak sevince dönüştürmeye yarar.

Biz 22. yaş günümüzü bu düşünceyle, bu inançla kutluyoruz. Buruk bir sevinçle… Atatürk’ün “gençliğe seslenişi”ni yüksek sesle okumayı önererek, bu seslenişteki her tümcenin anlamını iyice düşünerek kutluyoruz! Ortak sesimizin, ortak haykırışa dönüşmesi; laik cumhuriyetimize yönelik tehlikeleri yok edecek sağlıklı düşünceleri, hukukun üstünlüğüne dayalı ortak eylemleri doğurması dileğiyle kutluyoruz.

Karşıdevrime direnmenin simgesi olan Dil Derneği’ne emek ve omuz veren bütün aydınlanmacılara selam olsun!

Sevgi ÖZEL

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Ekim 2024 - 440. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter