AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Ağustos-Eylül 2010
DİL BAYRAMI YAKLAŞIRKEN
AĞUSTOS SICAĞINDAKİ DURUM

17 Ağustos, Marmara yıkımı gibi acı ve üzüntü veren bir başka yıkımın tarihidir.

17 Ağustos 1999’da yer öyle bir sarsıldı ki… Koskoca bir bölgenin yapıları kumdan kuleler gibi yerle bir oldu; binlerce insan öldü. Kurucu üyemiz, Dilci-Yazar Beşir Göğüş’ü de eşi ve kızıyla Yalova’da yitirdik. Onu, eşini, kızını ve yitirdiğimiz insanları saygıyla, özlemle anıyoruz.

17 Ağustos 1983’ü de unutmamamız gerekir. Türk Devrimi açısından bir yıkımın, ekinsel yaşantımıza yapılan saldırının tarihidir bu.  27 yıl önce laik cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün eliyle yazdığı vasiyetnamesi çiğnenmiş, eliyle kurduğu Türk Tarih ve Dil Kurumları karşıdevrimci kafaların hukuk tanımazlığıyla kapatılmıştır.

Bu uygulama, pek çok hukukçuyla bilge insanın da belirttiği gibi, Atatürk kurumlarının adına, malvarlıklarına yasa zoruyla el koymadır. Bir başka deyişle Atatürk’ün Türk Devrimiyle açıkça hesaplaşmadır. Hesaplaşmayı, Türk Devrimini yadsıyanlar kazanmış görünse de durum hiç öyle değildir. Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nu kapattırıp Türkçe sözcükleri yasaklayanlara, yasaklara alkış tutanlara bakar mısınız? Yadsıdıkları Türk Devriminin olanaklarıyla yükseliyor, yasakladıkları sözcüklerle konuşuyorlar.

Cüceler, filleri yuttu mu dersiniz?

İşte devrimin gücü bu… Bu yanlış hesap, hiç kuşku yok ki bir gün geri tepecek, hiç kuşku yok ki bir gün Atatürk kurumları özgürleşecek!

Hemen sorabilirsiniz; şimdiki kurumlar özgür değil mi?

Hayır! Kesinlikle hayır!

Atatürk bu iki kurumu, politikacıların ve günlük politikanın güdümüne girmeden, özgürce çalışsınlar diye dernek olarak kurmuştu. Bu iki dernek, Cumhuriyet Halk Partisinin koruyuculuğunda olan Atatürk’ün Türkiye İş Bankasındaki kalıtından eşit pay alarak sonsuza dek yaşayacaktı.

Ta 1927’de bugünü gören ve laik cumhuriyeti, “Ey Türk gençliği! Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini, sonsuzluğa dek korumak ve savunmaktır” diyerek gençlere “emanet” eden ulu önderimiz, gençleri ve herkesi, “(…) Bağımsızlığına ve cumhuriyetine göz koyacak düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir zaferin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile kutsal yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesi açıkça işgal edilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak üzere, yurtiçinde iktidara sahip olanlar, aymazlık ve sapkınlık ve hatta hainlik içinde bulunabilirler” sözleriyle uyarmıştı.

Bu denli uzak görüşlü olan Atatürk, gün gelip kendi vasiyetnamesinin buruşturulup çöpe atılacağını, kalıtından gelen payın Dil Devrimine hiç inanmayanların, Türk Devrimiyle hesaplaşanların eline geçeceğini düşünemezdi. Çok önem verdiği Türk Tarih ve Dil Kurumlarının siyasetin güdümüne gireceğini aklından bile geçirmezdi. Çünkü o, yapılan devrimlerle “aklı özgür, vicdanı özgür” kuşaklar yetişeceğine inanmıştı. Ne ki 12 Eylülcü Kenan Evren mantığı, Atatürk’ün en değerli kalıtı olan “akıl ve bilim”le değil, karşıdevrim dolduruşuyla işliyordu. Atatürk’ün kalıtını gözünü kırpmadan çiğnetti; Atatürk’ün kurumlarını karalayarak kapattırdı. Çiğnenen, Kenan Evren’le darbeci dört arkadaşının vasiyetnamesi değildi. Kaldı ki biz, yasa zoruyla onların kalıtı da çiğnense dürüst ve onurlu bir duruşla yine tepki veririz. Çünkü hukukun üstünlüğüne inanıyoruz. Ancak 12 Eylülcü kafalara hukukun üstünlüğü değil, karşıdevrimci öfkenin üstünlüğü egemendi.

Bugünlerde “milliyetçi muhafazakâr” anlayış, 12 Eylülün Anayasasıyla hesaplaştığı savıyla esip gürlüyor. Kendi akıllarınca 12 Eylül Anayasasını tarihin çöplüğüne atıyorlarmış…

Atatürk’ün vasiyetnamesini çiğneyen 82 Anayasasının 134. maddesiyle üniversiteyi de aklın ve bilimin çizgisinden çıkaran 130. ve 131. maddeleri dururken 12 Eylül Anayasası değişmiş mi olacak? 12 Eylül Anayasası yeşildi; yerine düşünülen koyu yeşil olmayacak mı?

1982 Anayasasının 134. maddesine dayanılarak Danışma Meclisinden çıkarılan ve 17 Ağustos 1983’te Resmi Gazetede yayımlanan 2876 Sayılı Yasayla Atatürk kurumları birer devlet dairesi yapılmıştır. Daha kesin ve açık bir dille söylersek, kurumlar kapatılmış; bu iki kurumun yerine onlarla ad benzerliği olan ama amaç benzerliği olmayan birer daire kurulmuştur. Daha da açık söylersek, bu resmi kurumlar Türk İslam sentezci anlayışın güdümüne sokulmuştur!

134. madde ve 2876 Sayılı Yasayla, Atatürk’ün tarih ve dil ülküsü silinmek istenmiştir.

Atatürk’ün tarih ve dil ülküsü, inanç ve köken ayrılığı gözetmeksizin, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını ortak ulusal çıkarlarda birleştirmeyi amaçlıyordu. Bağımsız bir ülkede yurttaşlık kimliği, ortak çıkarlarına aklın öncülüğü, bilim ve sanatın verileriyle sahip çıkacak yurttaşlar olma bilinci, her şeyden önemliydi.

“Milliyetçi muhafazakâr” siyasa Türk İslam sentezine dönüşüp devletin eğitim ve kültür siyasası olunca… İşte yaşanan olaylar, işte kurgulanan oluşumlar… Sözde aydınların abuk sabuk, inanç ve köken ayrılığına dayalı savları, bilgisiz politikacıya koltuk değneği olmaları… Türk Devrimiyle hesaplaşmayı amaç edinen politikacıların açmazları… Eğitim, sağlık ve adaletten hakça pay alamayan yurttaşların umarsızlığı… İşte içine itildiğimiz karanlık oda…

Atatürk kurumlarının ne denli önemli olduğu, Atatürk’ün bunları birer devlet dairesi olarak değil de niçin dernek yapısıyla kurduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor.

1950’den sonra Türk Devrimiyle hesaplaşmaya giren, uzağı değil burnunun ucunu bile göremeyen, düşüncesiz politikacıların günübirlik yanlış eylemleri yüzünden şimdi ortak (resmi) dilimiz Türkçeyi savunmak durumunda kalıyoruz. Dahası gerektiğince savunacak alan bile bulamıyoruz. Basın yayın, eğitim kurumları… Alanlar karardıkça kararıyor. Oysa Türkçe bu ülkenin ortak dili, ulusal birlik için olmazsa olmazı… İnancımız, kökenimiz ne olursa olsun birbirimizi doğru anlamak, ortak çıkarlarımızı ortak akılla sahiplenmek için ortak iletişim aracımız… Ortak dili savunmak, ortak dille anlaşmak, ülkemizde konuşulan öteki dilleri yok saymak anlamına gelmez ki… Özerk çalışan Atatürk kurumları yaşasaydı, Atatürk’ün eğitim birliği ilkesi bozulmasa, inanç baskısı eğitim kurumlarını tutsak almasa, köken ayrılığı yurttaşlık bilinciyle benimsenmiş olsa, hiç kuşku yok ki bugün yalnızca ülkemiz için daha neler yapabiliriz düşüncesinde olur, akılcı eylemler üretirdik.

Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nun yerine oturan, oturduğu yeri hiç hak etmediği ve Dil Devrimini hiç içselleştiremediği için ABD’deki “hoca efendi”nin yakınlarıyla kol kola gezen resmi Türk Dil Kurumu, bugünkü dil tartışmalarına akılcı önerilerle katılabiliyor mu?

“Durun, akıl var, bilim var!” diyerek sesini yükseltebiliyor mu?

Yurttaşlık çağrısı yapabiliyor mu? Hayır! Çünkü özgür değil.

Türk Tarih Kurumu da aynı durumda… Çünkü Atatürk kurumları 27 yıldır iktidarların güdümünde… İktidarlara göre tavır almayı görev sayıyorlar.

Doğru ve bilimsel olanda direnirlerse… İktidarla ters düşebilirler… Oo, milyarları aşan Atatürk kalıtı, görkemli odalar olanaklar… Kim iktidarsa, onun iki dudağı arasında…

İşte Atatürk bu nedenle bu iki kurumu birer dernek olarak kurmuştu. Türk Dil Kurumu’nu yakından izlediğimiz için biliyoruz. Açın 2876 Sayılı Yasayı, bakın resmi TDK’ye verilen görevlere… Aradan geçen 27 yılda Türkiye Türkçesi için ne yapılmış?

Dil Devrimi karşıtı olanların bireysel çalışmaları dışında (bunların da bilimselliği su götürür), Türk cumhuriyetlerine gösterişli gezilerin sonucunda Türkiye Türkçesi için ne yapılmış? Türkiye Türkçesinin temel dilbilgisi var mı? Hayır! Tarihsel sözlük? Kökenbilgisi sözlüğü? Hayır! Bütün bilim, sanat ve teknik terimleri kapsayan, bilimcileri ortak noktalarda buluşturan… Çağdaş dilbilimin penceresinden Türkiye Türkçesini ses, biçim ve anlambilim açısından ele alan ve bütün bilimciler arasında eşgüdümü sağlayacak ortak tavır ve kurallar… Doyurucu çalışmalar… Hayır! Bütün bilim ve sanat insanlarının güveni sağlanabilmiş mi… Hayır!

Resmi TDK’nin bilgisunar sayfalarındaki, yanlışla dolu kılavuz ve sözlükleri dışındaki yayınlarına bakın! Tuğla gibi yapıtlar… Çoğu yandaşların tezleri gibi… Bu yapıtların Türkiye Türkçesine katkısı ne? Kim seçiyor, baskı kararını kim veriyor ve yapıt sahiplerine nasıl, ne kadar ödeme yapılıyor? Bu bilgiler kamuoyu ile paylaşılıyor mu? Harcamalar denetleniyor mu?

Oysa 1983 öncesindeki Türk Dil Kurumu’nun aldığı soluk da harcadığı her kuruş da bilinir ve hem üyelerince hem devletçe denetlenirdi. Atatürk’ün belirlediği amaç da bıraktığı kalıt da bu amaca uygun harcanıyordu. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, TDK’yi geriye dönük olarak günlerce denetim altına aldırmış, yanışlı tek hesap, amaç dışı tek eylem bulamamıştı. Resmi TDK’de yargıya yansıyan yolsuzlukla Atatürk kalıtının nasıl kullanıldığına da tanık olduk. Uçup giden Atatürk’ün kalıtıydı…

Resmi TDK, birkaç sözlüğü (ki hemen hepsi yanlışlı), bilgisunara (internete) yüklemeyi bilimsellik sanıyor, uygulayımbilimi kullanmanın neresi bilimsellik? Ama yapacak başka iş olmayınca bu işler, devlet büyükleri çağrılarak tantanalı törenlerle duyuruluyor? Harcanan para Atatürk’ün kalıtından; ama tavır Atatürk’ün Dil Devriminden yana değil!

Dil Devrimini savunacak dik bir duruş yok! Kaçak güreş gırla… TBMM’de Atatürk dilde devrim yapmadı diyenlere destek, dışarıda yarım ağız devrim savunusu… En önemlisi, yıllardır yasa eksiği yüzünden bu iki kuruma atama yapılamıyor ve buradaki üç beş kişi Atatürk kalıtından gelen geliri canının istediği gibi kullanıyor. Babası kazanırken sırtüstü yatan “mirasyedi” oğullar gibi… Oh!

Yazacak çok şey var. 78. Dil Bayramı yaklaşırken de sonrasında da bunları usanmadan yazacak ve söyleyeceğiz! Atatürk kurumları özgürleşinceye dek susmayacağız! Korkmadan, yılmadan Türk Devriminin, Dil Devriminin yanında duracak ve savunacağız! Bu konuları sıklıkla yazıyoruz; çünkü çabuk tozlanan bellekleri ara ara tozlarından arındırmak da Atatürk devrimcileri olarak görevimiz! Yurttaşlık bilinciyle doğrularımız!

Her 17 Ağustosta, gerçekten içimiz yanıyor!

Bilinçsizlik hem fiziksel açıdan can alıyor; hem de düşünsel açıdan canımızı yakıyor!

Ancak… 2010’un ağustos sıcağında yaşananlar, olay ve oluşumlar, ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü binlerce kez haklı çıkarmıyor mu?

SEVGİ ÖZEL

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter