AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Kasım 2010
AYDINIMSILARIN KAYPAK, KARA DİLİ...

Yaklaşık son on yılda, sözde özgürlükçü gazeteciler ve sözde bilimciler tarafından birçok sözcüğün kavram alanı daraltılarak, anlamı başkalaştırılarak yeni bir dil kuruldu. Açıkça ya da üstü örtülü olarak söz (laf) ebeliği yapmak demokratik bir tavır oldu; yaratılan kavram kargaşası da “demokratikleşmeye hizmet” olarak sunuluyor. Aman Tanrım, ne büyük sözler, ne bilimsel açıklamalar… Ne denli övünsek yeri… Ne “derin” bilimcilerimiz varmış, ayaklı kitaplık gibi ne gazetecilerimiz varmış… Her sorunun yanıtı, her olumsuzluğun çözümü çoktan bulunmuş da… Hiçbirinin değerini bilemeyip bunca yıl onları görmemiş, duymamışız. Vah bize!

Kemalistler, yani hepsi birer süzme “statükocu” olan ulusalcılar meğer ayakta uyuyormuş. Birilerinin mahalle arkadaşı gibi saygısızca andığı “Kemal” ve onun gibi düşünenler, meğer ne bağışlanmaz yanlışlar yapmış? Ah “Kemal” ah! Niye her işi yolunda giden, her kurumu çiçek gibi işleyen canım imparatorluğu gözden çıkarıp da savaşa girmiş? Belli ki Kurtuluş Savaşı da Mustafa Kemal gibilerin “koltuk” hırsı yüzünden çıkmış… Ah “Kemal” ah! Tutmuş daha büyük savaş başlamadan cumhuriyetten, “tesettür”ün kalkacağından, yazının değişeceğinden söz etmiş… Mandacıları susturmuş… TBMM’yi kurup padişah efendimize başkaldırmış… Emperyalist mi? Ne yapmış? Adamlar saltanat ve hilafetin kaldırılacağını nerden bilsinler? Bilseler, imparatorluğu borç batağına sürükler, ordusunu dağıtır, silahlarına el koyar, kuzeyini güneyini, doğusunu batısını işgal ederler miydi? Yunan ordusu, Duatepe’ye dek piknik için gelmemiş miydi? Gemiler dolusu İngiliz mi; onlar da turistti; Sevr Anlaşması şakaydı… “Kemal”le yandaşları bunların hiçbirini anlayamadı; anlayamamış meğer… Sözde bilimcilerimizin, bilimcilere fark atan gazetecilerimizin engin bilgileriyle gerçekleri öğreniyoruz.

Artık Kemalizm ne, ulusalcılar kim, devrim ne demek… Bilmeyen kalmadı.

Her gece bir TV kanalında birileri, çanak sorular ve söz oyunlarıyla kavram kıyımını sürdürüyor. İşin acı yanı, bilimci sanı taşıyan birinin sözü tartmadan, nereye varacağını düşünmeden ağzına geleni söylemesi neye, kime inanacağını şaşıran halkı, en çok da bilgi eksiği içindeki politikacıları etkiliyor.

Dilci gözüyle baktığımızda dilin bu denli kötü amaçla kullanılacağı, yanlışı doğru diye satmak için sözcüklerin, terimlerin temel anlamlarının dışına taşınarak bu denli çarpıtılacağı hiç usumuza gelmezdi. Kavramların bu denli zedeleneceğini hiç düşünemezdik. Bu durumun sorumlusu da “Kemal” diyor birileri…

“Kemalizm=statükoculuk=ulusalcılık” olduğuna göre dilin yenileşmesi için çaba harcamak da boşuna bir eylem… Birileri sözbirliği yapmışçasına konuşuyor; laikliği yeniden tanımlamanın kime ne zararı varmış; cumhuriyetin değerlerine takılıp günümüz koşullarında demokratikleşmeye çelme takmak “statükoculuk”muş… Atatürk’ü de artık tıpkı Kanuni, 4. Murat, Vahdettin gibi tarihin sayfaları arasında bırakmak bir zorunlulukmuş… Bu çokbilmişler ne yapıp edip sözü dile getiriyor, dile “müdahale” edilemeyeceğini söylüyorlar. Meğer “bizim Kemal” Harf Devrimiyle koskoca ülkeyi bir gecede “cahilleştirmemiş.” Dil Devrimi de bu eylemin tuzu biberi olmuş. Ninelerimizin mektuplarını bile okuyamıyor, okusak da anlamıyormuşuz! Ah “Kemal” ah! Ne yaptın bize, herkesin ninesi dedesi Arap abecesiyle çatır çatır okur ve yazarken… Osmanlıcayı sular seller gibi kullanırken… Giyim kuşam yerindeyken… Padişah “ulema”dan; halk, kara sakallıdan akıl alırken… Muslukların birinden yağ ötekinden bal akarken… Yayılmacı gırtlağa yapışmışken… Ah “Kemal” ah! Nasıl bozdun o güzelim düzeni de bizleri “statükocu” yaptın!

Adamlar ölmüş ninelerini bile günlük siyasete araç yapıyor ve bu durumu yaratan suçluyu TV’lerden duyuruyorlar. Suçlu Kemal… Dayatmacı, baskıcı… Cumhuriyet kuruyorum diye asmış kesmiş, atmış tutmuş… Tüm değerleri yok etmiş, geçmişle bağları koparmış…

Dil Derneği olarak dilin ve cumhuriyetin temel değerlerinin hırpalanmasına, kuyruklu yalanlara sessiz kalamayız; kalmayacağız!

Dil Derneği kamu yararına çalışan bir dernektir; yasal açıdan dernekler “politika” yapamaz. Ancak her dernek tüzüğünde belirtilen amaç ve ilkeler doğrultusunda yeri gelince düşüncesini açıklamak zorundadır. Çünkü dernekler, demokratik kurumlardır. Özgürce düşünce açıklamak görevleridir. Dilin bozulmaması, kavramların aşınmaması için çabalamak Dil Derneği’nin temel görevlerinden biridir. Nitekim Dil Derneği amacı doğrultusunda üstlendiği görevleri unutmadan zaman zaman sesini yükseltmiş, bilimsel akılla öneri ve uyarılarını dillendirmiştir.

Ne ki kimse kimseyi duymamaktadır. Dahası sözümona özgürlükçü gazeteciler, kimi bilimciler ve politikacılar kendilerinden başka kimseyi duymamakta direnmektedir.

Cumhuriyetçi görünen, cumhuriyetin temel ilkelerine bağlıymış ya da nesnel bakışla eleştiri yaptığı görüntüsü verenler sıklıkla ve akılları sıra ustalıkla sözü, cumhuriyetin ilk yıllarına getirmekte, özellikle 1980’den sonra yaşanan tüm olumsuzlukları üstü kapalı biçimde Atatürk’e fatura etmek için yarışmaktadır.

Akıl, bilim ve hukukdışılığa kayan bu çirkin, yalana, karalamaya dayalı yarış sırasında “Kemalizm, Kemalist, laik, laiklik, laikliğe inanmak, laikliği savunmak, aydınlanma, ulusal, ulusalcı, cumhuriyetçilik, resmi dil” ve bir bütün olan “Türk Devrimi”nin tüm aşamaları suçlayıcı, karalayıcı yaklaşımlarla âdeta topa tutulmaktadır.

“Kemalist, Kemalistlik, Kemalizm” bir bakıma batılıların adlandırmasıdır; yanlış değildir; ama biz bu kavramları “Atatürkçü, Atatürkçülük, Atatürkçü düşünce” diye karşılıyoruz. Ancak birileri, kendilerini daha bilgili göstermek ve Atatürkçü düşüncenin içini boşaltmak için halkın daha kolay anladığı “Atatürkçü, Atatürkçü düşünce” gibi kavramları özellikle kullanmıyor. Çok uzun zamandır “milliyetçi muhafazakâr” anlayışın dümen suyuna takılan birileri, “Türk İslam sentezi” mimarlarınca halkta yaratılan “-izm”li tüm kavramlara olan korkuları iyi bildikleri için günümüzde esen politik rüzgâra ivme kazandırmak amacıyla “Kemalizm” demeyi uygun buluyor. 1960’lı yılların sonunda Samsun’dan Ankara’ya yürüyen, yolları kesildiğinde “Siz bizi değil Mustafa Kemal’i yargılıyorsunuz” diyen gençlerin yakın arkadaşlarını bile bu yarış içinde görmeyi, onların kavram kıyımına odun taşımalarına tanık olmayı, “yenilikçi bir atılım, olumlu bir değişim” diye adlandırabilir miyiz?

Kemalizm, Atatürkçülüktür; Atatürkçü düşüncenin ta kendisidir! “Ben Kemalist statükocu değilim!” ya da “Ben statükocu Kemalizme karşıyım; hiçbir zaman Kemalist olmadım” diye övünçle haykıran birine “ilericilik”in arkasına saklanmadığı, “devrimcilik”ten çark ettiği için elbette kızmayız; sonuçta düşüncesini söylüyor. Ancak dilci gözüyle baktığımızda “Kemalist statükocu” ya da “statükocu Kemalist” gibi tamlamaları uluorta kullananlara önerilerimiz olabilir. Yazdıkları gazetelere, çıktıkları kürsülere, girdikleri sınıflara “statükocu Kemalizm”in olanaklarıyla kurulduklarını da… Aynı olanaklarla meclise giren bilgi eksiği içindeki politikacıya omuz vermenin sorumlusu olduklarını da unutmasınlar!

Kemalizmi yani Atatürkçülüğü, “statüko” kavramına yapıştırarak kullanmak, bize gülünç geliyor. Eğer Kemalizm ya da Atatürkçülük “statüko yanlısı” olanları kapsıyorsa bu arkadaşlara sormak gerekir: Bu nasıl “düzen yanlısı” olmak ya da düzeni korumak anlayışıdır ki kapitülasyonlarla iç çamaşırını bile yitiren, emperyalizmin yaşama hakkı tanımadığı, dinsel kuralların bile işlemez olduğu batık bir imparatorluktan laik bir cumhuriyet yaratmıştır! Mustafa Kemal Atatürk, neden bütün olanaklara sahipken saltanat ve hilafetin “tek sahibi” olarak kendine bir “taht” aramamış da taht yerine Türkiye Büyük Millet Meclisini yaratmıştır? Neden “ümmi ümmet” olan ya da “kul” olan bir halka yurttaşlık kimliği kazandırmıştır?

Genç bir gazeteci (onun gibi konuşan pek çok kişi var TV’lerde), “Milletimizde büyük yaralar açan kılık kıyafet yasası, Harf Devrimi gibi sözde yenilikler, devrim filan değil, dayatmadır! Saçmalık!” diyor. Onu ve onun gibi düşünenleri, eski resimlerdeki ninelerle dedelerin yerinde düşleyebiliriz. Büyük olasılıkla hiçbir zaman böyle açıkça, saygısızca ve acımasızca konuşabilecekleri bir beyazcama çıkamayacak, dahası okuryazar bile olamayacak, fesli sarıklı, şalvarlı poturlu “ümmi ümmet” içinde yitip gideceklerdi.

Belli ki bu “tower plaza”larda çalışan, “rezidans”larda yaşayan “fularlı” arkadaşlar, cumhuriyet öncesinin sararmış resimlerine hiç bakmamışlar! Bakmışlarsa da gördüklerini anlamamışlar! “Cahil ataklığı”ndan aldıkları güçle yüksek sesle konuşuyor, yüksek sesin kazandırdığı “reyting”le her gece bir TV’de ya da her gün bir gazetede saygısızlıklarını, bilgisizliklerini kusuyorlar. Ülkemiz “kusmak” eyleminin para ettiği, ün getirdiği böyle bir dönem yaşamamıştı hiç. Acı olan akademik san taşıyanların bu duruma düşmesi değil mi?

Bağımsızlık savaşı vermenin, bağımsız savaşı veren bir halkın önderinin çabalarıyla yapılan devrimleri savunmanın “statüko” ve “statükoculuk”la ne ilgisi var? “Kemalizm” ya da “Atatürkçülük” kavramlarının ardına halkın büyük çoğunluğunun anlamadığı “statüko”yu ya da “statükoculuk”u takmak mantıksal olduğunca tarihsel bir yanlıştır! Laikliği savunanlara “laikçi” demek bilgisizliğin ta kendisidir! Dile ve topluma saygısızlıktır! “Milliyetçilik”e gelince; aslında “ulusalcılık”ın Arapçadan bozma eşanlamlısıdır. Ancak günümüzde “milliyetçilik” kavramı ve eylemi, Türk İslam sentezi bakışıyla ırksal ve dinsel öğelerle beslenmektedir. Atatürkçü düşüncenin içerdiği ulusalcılıksa, ulusal ve evrensel değerlerleri usçulukla, bilimsel bilgi ve sanatla varsıllaştırmayı amaçlar. Bu nedenle gerçek Atatürkçüler, Atatürk’ün “çağdaş uygarlık düzeyi” hedefini doğru kavramış, Atatürk’ün “manevi mirası” olan usa ve bilime dayanarak yüzlerini geleceğe çevirmişlerdir. Bu yol, inanç sömürüsüne dayalı değildir; köken ayrılıklarını baskın kılmaz; ne “tarikat”lardan ne “cemaat”ten beslenir. Us ve bilimden başka doğru tanımaz! Ancak günümüz aydınımsıları, Atatürkçü düşünce için çarpuk çurpuk bir resim çizmek, bu resmi topluma kabul ettirmek için akıl almaz söz oyunlarına, aldatmacalara başvurmaktadırlar.

Aydın geçinen aydınımsıların söz oyunlarıyla kavramların içini boşaltması, aydın “ihaneti”nin ta kendisidir! Aydınımsıların kendilerine, ülkeye, ülkenin ortak değerlerine, tarihine hiç saygı duymadıkları bir süreçten geçiyoruz. Bu, karanlık bir süreçtir; ne denli karanlık olduğunun kanıtı da aydınımsıların kullandığı kaypak dille ortadadır. Bu kaypak dille yapılan zırva noktasına varan açıklamalar, eğitim düzeyi gittikçe aşağılara çekilen, gittikçe yoksullaşan bir topluma yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Türk Devrimiyle hesaplaşanlar aslında Atatürk’le hesaplaşmakta; Atatürkçü düşünceyi silmeye çalışmaktadırlar. Ülkenin ortak dili, kılık kıyafeti, birtakım değerleri hızla başkalaştırılmaktadır. Bu; ileriye, geleceğe yönelik olumlu, yapıcı bir değişim değildir. Us, bilim ve hukukdışı olan karanlık düşünce ve eylemlerin demokratikleşme savıyla perdelenmesidir. Aydınımsıların kullandığı kaypak dil, salt kavram kıyımı değildir; 87 yıllık cumhuriyetin tüm birikiminin acımasızca yok edilmesine çanak tutmaktadır. Bu kaypak dil, bu hinlikle kurgulanan söz oyunları, aydınımsılara ün ve para kazandırırken koskoca bir ülkenin düş ve düşünce dünyasında kara delikler açmaktadır. Bu kara deliklerde yok olmamak için Atatürkçü düşünceye sarılmak da gerçek aydınların başta gelen yurttaşlık görevidir.

Biz Dil Derneği olarak suskun kalmamak, tepkimizi daha yüksek sesle dillendirmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız! Aydınımsılara duyurulur!

SEVGİ ÖZEL

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Ekim 2024 - 440. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter