AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Aralık 2012
TARİHİN GERİ SARILDIĞI,
DİLİN ALABİLDİĞİNE BOZULDUĞU GÜNLERDEYİZ

      2012 de bitti; 1 Ocak 2013’ten başlayarak laik cumhuriyetimizin 90. yılına yürüyoruz. Hep birlikte mi? Ne yazık ki değil… Bir, 90. yıla ileriye bakarak, geleceği tasarlayarak yürüyenler var; bir de yönünü, yöresini şaşıranlar… 90 yıllık devrim deneyimi olan koskoca bir ülkeyi geçmişin karanlıklarına sürükleyenler ne tarih ne dil bilinci taşıyorlar. Bilinç de bilgi de yok denecek gibi… Sıfıra yakın… Ne yazık ki bir süredir toplumu bilgi ve bilinç yoksulu bir kesim yönetip yönlendiriyor. Aynı tornadan çıkmış gibi birbirine benzeyen kadınlarla erkekler, aynı telden çalıyorlar. Şarkı aynı… Sözleri kötü, beste (ayakta) uyutucu…
      On iki, on üç yıl önceyi, yani 2000’in karşılanacağı günlerdeki tantanayı anımsıyor musunuz? “Yeni milenyum 1 Ocak 2001'de başlayacak” haberi, bütün dünyayı coşkulandırmıştı. Ayağını ussal, bilimsel, sanatsal ve uygulayımbilimsel olana göre uzatan ülkeler, “milenyum”u hem coşkuyla hem ussallıkla karşılamaya hazırlanıyordu. Ayağını nereye, nasıl uzatacağını bilemez duruma düşürülen bizimki gibi ülkelere “milenyum” hiç iyi gelmedi; gelmeyeceği baştan belliydi. Çünkü 1950’lerden bu yana her gelen yıl gideni mumla aratıyor. Hele 2000’den sonra gelenler… Sorunların biri bile eksilmiyor; eskilere yeni sorunlar ekleniyor. Birileri, cennete bilet kesme masalıyla bu dünyada kendi cennetini kurmuş durumda; birileri, borç bini aşınca her gün bal baklava yenir aymazlığı içinde; çoğunluk eğitimsizliğin, yoksulluğun tutsaklığını kabullenmiş, nereye sürüklendiğini bilmeden, ha babam de babam taban tepiyor… Biz politikacı değiliz; saptamalarımızı kullanılan dile bakarak yapıyoruz. Dilin değil düşüncenin kirlendiğini; kirlenen düşüncenin doğallıkla dile yansıyacağını, dile bulaşan kirin ele ayağa akacağını biliyor ve görüyoruz.
      Kendi ülkemizde konuk gibiyiz, diye haykırdık onlarca kez… Yabancılaşma, dil kullanımıyla başladı; bulaşıcı sayrılık gibi belleklerimizi, bedenlerimizi, evlerimizi, kentlerimizi, okullarımızı, üniversiteleri; usunuza gelecek her yeri, neyimiz varsa hepsini sardı. Adı, tadı bozulmayan bir anamızın sütü kaldı diyeceğiz; ama bundan da kuşkuluyuz! Besleyemediğiniz, eğitemediğiniz bir ananın kaç damla sütü olur ki…
      Yıllardır yabancı dille öğretime, yabancı adlandırmaya karşı çıkıyoruz; 2000’li yıllarda bu konularda bilinçlenmenin artacağını, bu yanlışlardan vazgeçileceğini bekledik. Ne gezer!
      TV’lerde konut duyuruları birbirini izliyor; o görkemli yapılardan ne alacaksınız? “Yuvam!” diyebileceğiniz bir alan… O görkemli yapıların adları bir tuhaf… Birkaç örnek:“Harmony Towers, İstanbul Lounge, My Home Maslak, Evviva Tower, Spine Tower, Extensa Bomonti, Avanue Residence, Grand Slam Properties, Royal Park Residence, Crown Tower, Evora, Mia Bulut Residence, Işın Hyency, ArinnaPark, Rose Garden Residence, Tepe Prime Residence, Terrace Mix, İncek Life…” Çoğunun adına diliniz bile dönmeyecek. Çoğunluk, bu görkemli yapıları kuranlara sormuyor olmalı ki adamların Türkçe adlandırma gibi bir derdi yok. Demek ki eleştirilecek olanlar, yalnız bu yapıları kuranlar değil; alanlar da aynı ölçüde duyarsız. Bu yapıların sahiplerini tanımayız; dostları da düşmanları da değiliz; ancak onların Türkçeye ve ülkeye dost mu düşman mı olduklarını çok merak ediyoruz!
      Haydi, bu “rezidence”lerden afili bir köşe kaptınız diyelim; döşemek için başlayacağınız koşuda da Türkçeyle ara sıra karşılaşacaksınız. Salona “otoman” halı serip “neo lambader” koyabilirsiniz; ana babaya bir “no stres” ya da “ultra energy” bir yatak; içine “alissa” çarşaf takımı; üstüne “monabianca sohpia jakarlı” bir örtü yakışır; oturma odasındaki “relax” TV koltuğunun karşısına bir “berjer”, bir “zigon” sehpa, bir “lunch” açılır yemek masası, birkaç “bistro” sandalye gerekebilir. Evinizin ve elinizin temizliğini hepsinin adı yabancı, çoğunun üreticisi de olmadığımız “omo, ariel” ya da “lüx, palmolive” gibi sabunlarla yapabilirsiniz. Yerli üreticimizin el sabunu “caprice”i de kullanabilirsiniz; önce açıklamasını okuyun: “strawberry glycerine soap... Made in Turkey by...” E, yorulup acıktınız doğallıkla; karnınızı “ankastre” mutfakta şekersiz, yağsız, hafif değil “light” yiyeceklerle doyurabilir; yemekten önce ya da sonra “freedom” banyonuzda bıcı bıcı yapabilir, “mirabella” havlunuzla kurulanabilirsiniz. Kuşkusuz eşinizin, sevgilinizin, çocuklarınızın, konuklarınızın da bu tantanadan yararlanması için epey ter dökeceksiniz. Siz bu sözde yuvanın içinde çocuk büyüteceksiniz, mutlu-mutsuz anılarınız olacak, soruyoruz; siz kimsiniz? Hangi coğrafyada, nerede yaşıyor, hangi dille anlaşıyorsunuz?
      Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, konakladığımız yerlerin adı hızla yabancılaşırken çoğumuz hiç ayrımında olmadan dil mantığını zorlayan, çeviri yoluyla dilimize yapışan kalıplarla konuşur olduk. Sayısı artan özel televizyon ve radyolarda dil kullanımı açısından özensizlik, savrukluk âdeta övünülesi bir durum oldu. Film çevirilerindeki “Fasulye soyuyorum; Çorbamı yedim... Çay alırım…” gibi anlatımlar ya da yerli yersiz kullanılan “okey, süper” sözcükleri artık kimseyi rahatsız etmiyor.
      Türkiye’nin “iyi-doğru” kullanamadığı bir olanak da televizyondan sonra bilgisayar... Gençlerimiz “chat”leşirken toplumun dilinin ne denli çetrefilleştiğini kestiremiyorlar. Çevrelerine, yaşıtlarına “fark atmak” için kendi aralarında oluşturdukları kırık dökük dil, “chat”leşme yoluyla yaygınlaşıyor. Oysa Türkçe, karşılıklı konuşmalarda başka dillerde örneği görülmeyen, “Günaydın... Kolay gelsin... Gözün(üz) aydın... Gözün(üz) arkada kalmasın... Elin(iz)e sağlık... Elleriniz dert görmesin... Hoşça kal(ın)... Güle güle... Güle güle (giyin)... Güle güle büyüt(ün)... Güle güle otur(un)... Geçmiş olsun... Başın(ız) sağ olsun... Başımla beraber... Baş üstüne... Başınızı ağrıtmayayım... Sağ ol(un)... Teşekkür ederim... Bir şey değil... Buyurun... Ellerin(iz)den öperim... Hay hay!” gibi onlarca söz, söz öbeği ve deyimle doludur.
      Yine Türkçedeki akrabalık ilişkisini belirleyen sözcüklerin çoğu başka dillerde yoktur. Son zamanlarda amca, hala, teyze, dayı çocuklarının hepsinin ortak adı “kuzen” oldu. “Kuzenim” diyen birine sorma gereksinimi duyuyoruz, “Kimin oğlu (ya da kızı)... Amcanın mı, halanın mı, teyzenin mi, dayının mı?” Yakışıklı “emmioğlu” artık türkülerde kaldı.
      Kimi TV dizilerinin yazar ve yapımcıları “gülmece” dediğimiz, yazın türlerinin en zorlarından olan türü, sürekli sözcükleri ve tümceleri bozmak; konuşma ve davranış bozukluğu olan kişileri öne çıkarmak sanıyor. Toplumun dilini ve beğenisini nasıl yozlaştırdıklarını söyledik mi, tutucu sayılıyoruz.
      Daha çok örneğimiz var; yaşamın her alanından… Bunlar yetmezmiş gibi dilin, devlet eliyle bozulması da sürüyor. Resmi TDK’nin ölçünlü dil ve yazıma verdiği zarardan dönülmüş değil. Üstelik 4+4+4’lük eğitim sistemi, yabancı dille öğretim sorununa Arapçayla bir dil daha ekledi; eski yazı ve dil eğitim kurumlarına sokuşturuldu. Büyüklerimizin Osmanlılık damarı kabardı; tarihi tersten okuyarak ve karma bir dil kullanarak sağa sola verip veriştiriyorlar. Dinsel sözcüklerle konuşmak, esenleşmek; okul, baraj açılışlarını başarı, bolluk, sağlık gibi dileklerle değil, dinsel öğelerle yapmak da eski dile dönüş yolunu hızlandırdı.
      Eğitim kurumlarıyla izlencelerinin dinselleştirildiği, üniversitelerin işlevsizleştirildiği, üst yönetimin cami yapma derneği gibi çalıştığı son on yılda yaşananlarla karşıdevrimin aldığı yol, 2013’ün de “hayırlara vesile” olmayacağı günleri yükleneceğini gösteriyor. Ancak devrim karmaşık bir süreçtir; içinde karşı oluşu da barındırır. Önemli olan, 90 yıllık kazanımlarımız olan devrimleri silmeye çalışan, devrimlerin getirdiklerini ortadan kaldırmayı amaçlayan tüm gerici, tutucu eylemlerin yalnız ayrımında olmak değil; aynı zamanda tavır almak, aynı zamanda ortak akıl üreterek eylemli duruş sergilemektir. Önemli olan, Mustafa Kemaller gibi dik durmak, onlardan daha iyi olan olanaklarımızı doğru değerlendirerek ortak akıl üretmektir.
      Bütün yurtseverlerin, bütün dilseverlerin 2013’ü bu duygularla karşılamasını diliyoruz!

SEVGİ ÖZEL

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Mart 2024 - 433. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter