AnaSayfa Kuruluş: 22 Nisan 1987
Dil Derneği, Bakanlar Kurulunun 24.07.2002 tarih ve 2002-4812 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernektir.
 
Mart 2016

ULUSUMUZUN BAŞI SAĞ OLSUN!

14 Mart 2016
 

Gitgide azıtan terör yüzünden üzgün ve öfkeliyiz; Ankaramız kısa süre içinde üçüncü kez bombayla sarsıldı; onlarca yurttaş yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı. Yaşamını yitirenleri saygıyla anıyoruz; ulusumuzun başı sağ olsun!

TEPEDEN TIRNAĞA SAVRULMA İÇİNDEYİZ

Bilindiği gibi 12 Eylülcüler Atatürk'ün kalıtını çiğneyerek onun kurduğu Türk Tarih ve Dil Kurumlarını kapatınca, kapatılan kurumun üyeleri olarak suskun kalmadık. 12 Eylül hukuksuzluğuna tepki için Dil Derneği'ni kurduk. Soluğu mahkemede aldık; Ankara Valiliğinin Dil Derneği'ni "kurulması yasak derneklerden" inadını yargı yoluyla kırdık. Aradan 29 yıl geçti; iktidarlar değişti; siyasada yüzler değişir gibi oldu; ama anlayış değişmedi. Ne Atatürk'ün "vasiyetnamesi" üstündeki hukuk lekesi silindi ne her inanç ve kökenden yurttaşın ortak (resmi) dili olan Türkçe üstündeki kara bulutlar dağıldı. Dahası bu kara bulutlar salt Türkçeyi değil, cumhuriyetin tüm kazanımlarını da karartacak denli yoğunlaştı. Çoğumuzu kaygılandıran olaylar, oluşumlar birbirini izliyor. Yönetenlerle yönetilenler arasındaki iletişim kopukluğu da gözle görülür, kulakla duyulur durumda.

Her ülkede yöneten vardır; yönetilen vardır. Dahası kadınlı erkekli bir arada yaşayan en küçüğünden en büyüğüne her insan topluluğunda, aileden başlayarak her kümede de yöneten ve yönetilen olmayı baştan benimseyenler vardır. Yönetilmeyi benimseyenlerle benimsemeyeler arasındaki savaşım da doğal bir kuraldır. Geleneksel aile yapısı babanın (kimi kez annenin) egemenliğini dayattığı için iktidar baskısıyla bebekken tanışırız. Evde kim egemense yöneten odur; egemenliği benimseyen kaç kişisiyle onlar da yönetilendir. Evdeki egemenin baskı yaptığını ya da yapmadığını birçok bilim dalı ayrı ayrı inceler, somut verilere ulaşabilir; biz egemenin kullandığı dile bakarak ölçebiliriz. "Babana söylerim bak" diyen bir anneyle "Annen duymasın" diyen bir baba, yönetilen saydığımız çocukları daha dört duvar içindeyken güne, aya, duruma göre doğru, yanlış, ikili, açık ya da kapalı tavır almaya yöneltir. Bugün yönetilenlerin çoğunun, yönetenlere gözü kapalı inanmasını böyle yorumlayabiliriz.

Evlerin içini bilmiyoruz; ancak evin dışına çıktığımızda, evin içinden sokağa, kitle iletişim araçlarının ya da siyasetçilerin kullandığı dile kulak verdiğimizde, dil kullanımı açısından görüntünün ve seslerin günbegün kirlendiğini düşünenler çoğalıyor. Gerçekte dil kirlenmez, kirlenen düşüncedir; bize yansıyan da kirli düşüncedir.

Sık sık beyazcama da yansıyan, çocuklar için olduğu vurgulanan bir sabun tanıtımı var; "Kirlenmek güzeldir" diyor. Türkçede "kir"in, "kir"den türettiğimiz hiçbir sözcüğün olumlu, güzel anlamı yoktur. Yönetilenlerin hak ve özgürlüklerini kısıtlayan baskıları, çıkarlarını yok eden yolsuzlukları, hukuksuzlukları düşündüğümüzde birçok sözcükle birlikte kirlenmek eylemi de usumuza gelir. Kirlenmek güzel olsaydı haksızlık, hukuksuzluk, yolsuzluk vb. suç olur muydu? Bir ara Kenan Evren'in kurduğu Başbakanlığa bağlı TDK bilimsel akılla değil, siyasal yönlendirmeyle kadınlarla ilgili olumsuz sözleri, deyim ve atasözlerini sözlüklerden atmayı düşünmüştü. Bu öğeler dilden atılsa kadınlar ölümden, baskıdan kurtulabilir mi; her gün bir ya da birkaç kadın öldürülüyor. Sorun, hiçbir zaman dilde değildir; dilin bütün olanaklarıyla insancıllığı, adaleti, vicdanlı ve insaflı olmayı, hak ve özgürlükleri öğretemediğimiz düzendedir. Bu düzenin sürmesine göz yumanlardadır.

Siyasal yönlendirme deyince doğallıkla yöneten(ler)in kullandığı dil düşüyor usumuza... Bir tepelere bakıyoruz, bir çevremize... Görüp duyduğumuz şu; dil kullanımı açısından tepeden tırnağa savrulma içindeyiz. Son yıllarda yönetenlerin, onların her sözünü, her eylemini destekleyenlerin "Yanlış anlaşıldım. Sözlerim çarpıtıldı" tümcelerini çok sık kullanmasına tanık oluyoruz. Nedense en çok Atatürk'le, Atatürkçü düşünceyle, cumhuriyeti taçlandıran devrimlerle, cumhuriyet kurumlarıyla hesaplaşanlar yanlış anlaşılıyor.

Atatürk'e, devrimlere olduğu gibi Türkçeye saygısızlık da gitgide boyutlanıyor. Uzun zamandır Türkçenin eğitim-öğretimi bilimsel verilere göre değil, iktidarların dünya görüşünü yansıtma telaşıyla kötüleşiyor. Yabancı dille öğretim aymazlığını, bütün ülkeyi saran yabancı adlandırmayı doğal bulan iktidarlar, sözde aydınlar, işadamları birbiriyle yarışıyor. Sözümona bu akıl, bilim ve hukuk dışı savlara sarılanlar yurtsever, hepsi "cumhur"un yani halkın sözcüsü; biz dış kapının mandalıyız. Dün Dil Devrimine savaş açanlar, bugün Atatürk'le, devrimlerle, cumhuriyet kurumlarıyla kavga ederken, yakın tarihi çarpıtırken devrim ürünü sözcüklere sarılıyorlar. Bu durum devrimin başarısıdır; çünkü Dil Devriminin tüm kazanımlarını yıllarca reddettiler; yasakladılar; ancak hiçbir dil, hangi nedenle olursa olsun yasak tanımaz; gün gelir, yasakçıya da dersini verir. Kuşkusuz 2000'in ilk on altı yılında cumhuriyetin tüm değerlerini kullanarak iktidar, ün, çıkar sahibi olanların Dil Devrimini benimsediğini söyleyemeyiz. Yine kullandıkları dile baktığımızda dili de "gaflet, dalalet ve hatta hıyanete" perde yaptıklarını anlıyoruz. Onaylamasalar da Dil Devriminin sözcüklerini kullanmak zorundalar; çünkü "arif olanın" kullanabileceği kadar zor olan Arap abecesini ve Osmanlıcayı öğrenebilecek denli becerikli ve zeki değiller; bunu kullandıkları dil kanıtlıyor. İnancı ve köken ayrımımızı kullanarak bilimsel olanla dinsel olanın yerini değiştirmeye çabalıyorlar. Boşuna çaba... Çok değil 50-60 yıl önce radyoya, mikrofona, TV'ye tepki gösteriyor; uçağı, gemiyi bulan akılla dinsel bağ kurmaya çabalıyorlardı; boşuna çabaydı. Bugün uygulayımın tüm olanaklarını nasıl tepe tepe kullanıyor, uçaklardan inmiyor, mikrofonsuz konuşamıyorlarsa, bir gün mutlaka bilimsel akla, hukukun üstünlüğüne de sığınacaklar; ağızlarından çıkanı önce yönetilenler değil kendi kulakları duyacak. Dinsel dili kullanarak aldatma dönemi bir gün kesinkes bitecek; o gün uzak değil!

Yöneten(ler)in dili, toplumsal yaşamdaki savrulmanın kanıtıdır; bu savrulma, yönetilenleri de etkiliyor. Bu savrulmadan kurtulmak, laik cumhuriyetimizi yaşatacak yönetilenleri yeniden Atatürk'ün "manevi mirası" olan akıl ve bilimle buluşturmak zorundayız. Bu gücü nereden alacağımızı Mustafa Kemal Atatürk birçok kez söylemişti; Söylev'i yeniden okuyup silkinmekle yeni bir güne başlayabiliriz.

Sevgi Özel



      Önceki yazıların dizinine erişmek için tıklayınız.

 
BAŞYAZI
ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ
Ekim 2024 - 440. Sayı
TÜRKÇE SÖZLÜK
YAZIM KILAVUZU
 
     
facebook twitter